Ortak olmayan bilgi: kuşatıcı bir sözlük

Müştereklerimiz neler ve bunları nasıl yenilemeli, sürdürmeli, daha kapsamlı hale getirmeli, tüketip yok etmeli ve/ya da başkalarına ulaşacak şekilde yaygınlaştırmalıyız?
J.K. Gibson-Graham

Kurulu toplum sıfatıyla kurucu toplumu oluşturma, her defasında ortak bir dünya (kosmos koinos) yoluyla –bireyleri belirleme ve onların türlerini, ilişkilerini ve etkinliklerini belirleme ile– olur. Ama aynı zamanda bu, şeylerin, bu şeylerin türlerinin ve anlamının belirlenmesi ile olur: Bunların hepsi kendilerini, her defasında, ortak olarak kurulan yapıların ve referans çerçevelerinin içinde bulurlar; bu, onların bir arada var
olmalarını sağlar.
Cornelius Castoriadis

Bu yazıda, 2013’teki Eurozine Dergisi Toplantıları konferansında dérive dergisinin düzenlediği “Ortak Bilgi: Düzensiz Eylem ve Siyasal Aktivizm” başlıklı panelde sunduğum sav ve görüşlerimi dile getireceğim. Kişisel olarak, şehircilik, pedagoji ve çağdaş sanat alanlarında, birbirini bütünleyen bir pratik içinde olduğumdan; şunu savunmaya yatkınım: Yerelliği aşan bir bilgi üretimine dayalı toplu deneyim ve hazırlıksız ittifaklar, ortak olmayan bilgi için ortak mekân olanaklarının oluşumuna götürüyor. Bu niçin önemli? Hem kuramsal hem pratik düzeyde, bu, şu üç noktada son derece yaşamsal bir yol olabilir: gündelik yaşam bilgisinin kurumsal yapılara nüfuz edebilmesi; alternatif pedagojilerin farklı platformlara karışabilmesi ve sınırötesi alanlarda yaratıcı dayanışma biçimlerinin var olabilmesi.

Kuşatıcı Sözlük ile neyi kastediyorum? Sözünü ettiğim şey, emek, pedagoji, müşterekler, arşiv, kurum ve şehir üzerine ortak bir sözlük –gündelik yapıp etmelerimizdeki çatışmalara karşı mücadele ve direnişimizle bağlantılı bir sözlük– oluşturma gereksinimidir. Çatışmalı şehir alanlarındaki alan uygulamaları, toplumu yeni toplu bir sözlük yaratmaya yöneltti, yalnızca yakın tarihli sosyo-politik ve ekonomik krizin dar ortamı için değil, aynı zamanda ortak birlikteliğimize gönderme yapabilecek kolektif bir bilinci yeniden kurmak için. Çalışmalarım, araştırma projelerim ve girişimlerim aracılığı ile bazı çalışmalardan örnekler sergilemeye çalışacağım.


Özellikle zenginliğin üretimi ve paylaşımı söz konusu olduğunda, şehir mekânındaki işgal hareketleri gibi kendi kendini örgütleyen, özerk ağlar ve toplu yapılar, ekonomik modellere nasıl esin kaynağı olabilir? Ve bu mekânlar, istisnai koşullarda, “ortaklaşmacı” uygulamaya dayalı “ortak bilgi” işlevini nasıl görebilirler? Artık güvencesiz çalışma koşullarını ve bunların bilişsel emek üzerindeki etkilerini tartışıyoruz. Günümüzde güvencesiz emeğin doğasına dair kavrayışımız, büyük ölçüde, emek sömürüsüne ve istihdam güvenliğinin olmayışına yol açan zaman/iş çerçevesine dayanıyor, ama bu koşullar zorunlu olarak farklı iş türlerinde o iş türüne göre yaşadığımız deneyime karşılık gelmiyor. Daha çok, güvencesiz emek ile üretim çelişkisi, özerk yapılar ve ağlarda bambaşka bir biçimde varlık gösteriyorlar. Emek gücünün ilişkiye dayalı işbirliğini ve kendi kendine örgütlenmeyi temel aldığı özerk yapıların ve ortak girişimlerin aktif olarak hedef edinilip geliştirildiği farklı coğrafyalarda bunun bazı örneklerini görebiliriz. Merkezleri belirli bir coğrafi yerde olsa da, kendi başlarına iyi işleyen (yalnızca üretimi ayakta tutmak açısından değil, yaratıcı kolektivizm ve işbirliği ağlarını işler halde tutmak açısından da) kendi kendine örgütlü emek yapılarının somut örnekleri var. Hanare Social Kitchen (Kyoto), Souzy Tros (Atina), The Silent University / Sessiz Üniversite, Decolonizing Architecture / Sömürgesizleştirme Mimarlığı (Batı Şeria), Herkes İçin Mimarlık (İstanbul), Videoccupy (İstanbul), mimar, sanatçı ve aktivistlerin mevcut ekonomik krize, mekânsal sömürgeleştirmeye (ki siyasal olanından ayrı tutulamaz) tepki olarak kurdukları ortak girişimlere dayanır.

2012’de, Japonya’da sanatçıların işlettikleri mekânları ve aktivist ortak girişimleri araştırdım; araştırmamın odak sorusu, bu mekân ve girişimlerin, kentsel adalet ve alternatif geçim biçimleri sağlayan ne tür bir uygulama ortaya koyduklarıydı. Merkezi Kyoto’da bulunan Hanare Social Kitchen adlı ortak girişim, temel altyapı giderleri için imece çalışmaya ve bir kafeteryaya dayalı heterojen bir ekonomi ile yönetilir.1 Tahliye/yerinden edilme, bu ortak girişimin ana nedenlerinden biri olup, girişime katılanların kafeterya işletmek için ucuz bir mekân bulmalarıyla sonuçlanmıştı. Mekân, çiftçilerin, araştırmacıların, sanatçıların ve tasarımcıların işbirliğine dayanıyor; bu kişilerin hepsi, Social Kitchen mekânında kentsel adalet için eylemler, etkinlikler, okuma grupları ve tartışmalar düzenlemek için emek ve bilgilerini paylaşıyorlar.

Photo: Pelin Tan.

Hanare Social Kitchen ortak girişimi, gündelik yaşamın zor toplumsal meseleleriyle uğraşan, maddi açıdan kendine yeterli bir uygulamadır. Atina’nın kentsel alanında sert yaptırımlar, baskıcı gözetim ve göç politikaları koşullarında, sanatçı Maria Papadimitrou’nun girişimiyle ve sanatçıların, mimarların, tasarımcıların, sivil toplum kuruluşu çalışanlarının ve göçmenlerin yardımıyla benzeri bir mekân kurulmuş. Souzy Tros adlı bu yiyecek/dikiş/sanat/tasarım mekânının işletmesi, ücretsiz emek paylaşımına dayanıyor. Maria Papadimitrou’nun uygulaması, “gelmekte olan toplum”un bugünden hayal edilmesi anlamını taşıyor.2 Oluşturulması olanaksız görünen, ama gündelik yaşam pratikleriyle toplu imgelemde kendini gösteren bir toplum bu. Bu örnekte, son zamanlardaki küresel ekonomik krize, baskıcı neoliberal hükümetlere ve zayıflayan toplumsal etiğe karşı, toplumda sanatın rolü hakkındaki o eski soru daha önemli hale geliyor.

Photo: Pelin Tan.

Souzy Tros ya da Social Kitchen uygulamalarının bizim için anlamı ne? Bu uygulamalar bize, toplumlar hakkında gelecek tasarımlarının olduğunu, yaratılması gereken ortak girişim uygulamaları olduğunu, kurumsal yapı ve pedagoji için alternatif metodolojiler olduğunu, sanatsal üretimin zaman-mekânı ve artı değerin yayılmasını aşan çeşitli emek üretimini devreye sokabileceğini hatırlatıyor. Sanat yazarı ve küratör Pauline Yao, sanat üretimi ve ortak girişimler bağlamında, bununla ilgili yararlı bir yorumda bulunmuştur: “Sanat alanında ortak girişimler, alternatif sanat mekânları, yurtlardan bağımsız sosyallik ve ilişki pratikleri, hep birden bu şemaya uyar ve sanatın hangi yollardan belirli bir ortam ya da toplumsal bağlama kendi enerjisini aktarabileceğini (o ortam ya da bağlamın salt bir yan ürünü olarak ortaya çıkmak yerine) nasıl anlayıp buna nasıl tanıklık edeceğimizin olası eleştirel modellerini ortaya koyar”.3

Bu grup ve ağların çoğu, birikim edinme ve kendi kendine öğrenim, öğretme, eylem, araştırma, alternatif kentsel alan talebi, sosyal medya, kentsel çiftçilik ve agresif imar planlarına karşı şehir merkezlerinin yeniden değerlendirilmesi gibi araçlara dayalı kentsel pedagojiye katkıda bulunuyorlar. Ayrıca, geçici işçiler, evsizler ve yoksul topluluklarla işbirliğine giderek, bu gruplar için destek yapıları oluşturmak için gündelik faaliyetlerde bulunuyorlar. Bunlar, özerk yapılarının yanı sıra, yeni toplumsal ilişkiler ve ortaklaşmacılık biçimleriyle bağlantılı eleştirellik modelleri de oluşturmaya çalışıyorlar. Bunun örnekleri, tartışma gruplarında, toplu eylemlerde, kentsel hareketlerde ve genel toplantılarda görülebilir. Bu açıdan, bu kişilerin çalışmasını bir ortaklaşmacılık –ortak varolma– uygulamasına yönelik yöntem arayışı olarak görebiliriz. “Müşterekler”in anlamını, mülkiyet, mal, ekonomik araç ya da birikim olarak sahip olduklarımız, paylaştıklarımız ya da ürettiklerimiz olarak değil; daha çok, David Harvey’in gündelik yaşamla yakından bağlantılı “toplumsal ilişkiler” dediği şey çizgisinde düşünüyorum.4

Siyaset ekonomisti Massimo De Angelis’e göre, “Müşterekler, var olan birçok, çoğunlukla küçük mücadeleyi temel alıp dile getirilmesine yardımcı olan ve bunların kapitalist toplumu altetme güçlerinin olduğunu bilen yeni bir siyasal söylem oluşturmanın bir aracıdır”.5 De Angelis, müştereklerin paylaştığımız şeylerden ibaret olmayıp bir ortaklaşmacılık tarzı olduğunu açıklamak için üç aşama tanımlar: Kaynakların toplanıp bir bireyler topluluğuna ulaştırılması; daha sonra bu topluluğun bir topluluk duygusu oluşturması ya da keşfetmesi ve bunun sonucunda oluşan “ortak varolma” şeklindeki toplumsal süreç. Gıda sosyoloğu ve aktivist Raj Patel de, müşterekleri nasıl tanımladığımıza odaklanır ve şöyle der: “Müştereklerin aslını, kaynakları birlikte nasıl yönettiğimiz oluşturur”.6 Patel’in savı, yalnızca gıda üretim ve paylaşımının nasıl yönetileceği ile ilgili değildir, gıdayla bağlantılı hareketlerin öteki hareketlerle ne tür bir dayanışma içinde olması gerektiğini de kapsar. Burada anlaşıldığı şekliyle “müşterekler”, basit bir kavram olmayıp, toplu paylaşım ya da mülkiyeti içerir. Bu kavramın belirli bir topluluk ya da toplum içinde hassas bir konumu vardır, özellikle kendi kurdukları çevrelerin neoliberal saldırıyla yok edilmesine ya da yok edilme tehdidine maruz kalan çatışmalı topraklar ya da şehirlerde. Bu tür ortaklaşmacı uygulamalarda, müzakere ve değerler çatışması anahtar noktalardır. Bu yüzden, yalnızca mülkiyetin toplu kullanımı fikrine dayalı müştereklere talip olmak, ortaklaşmacılık örneği olmayacaktır. Stavros Stavrides’in belirttiği gibi, en önemli nokta, paylaşma eyleminden ya da gerçeğinden çok, müzakere zemininin varlığıdır. Bununla birlikte, müştereklerin halk temelinde kavramsallaştırılması, benzerliklere ya da müşterek yönlere değil, bilinçli oluşturulmuş ortak bir zeminde buluşabilecek olan insanlar arasındaki farklılıklara odaklanır. Paylaşılanı onaylama zemininden çok, müzakere zeminini oluşturmamız gerekir.7

Decolonizing Architecture / Sömürgesizleştirme Mimarlığı, Al-Masha “müşterekler”e değil “ortak olan”a gönderme yapar: “Al-Masha kavramı, günümüzde ‘ortak olan’ kavramını yeniden düşünebilmemizi sağlayabilir. Bu ortak kullanım biçimi, (toprağı) işlemenin anlamı yeniden tanımlanarak, onu tarımın dışındaki diğer insan etkinliği biçimlerine taşıyarak genişletilebilir mi? Ortak olan, baskıcı rejimlerin, neo sömürgeciliğin ve tüketim toplumlarının kontrolünden nasıl kurtarılabilir? Ortak kullanımlar, devletin çıkarcı denetimi ötesinde nasıl harekete geçirilebilir?”8
Filistin’de, Batı Şeria’nın “işgal altındaki toprakları”ndaki mimarlık uygulamasıyla bağlantılı bu girişim, Filistinli sığınmacıların müşterekler yaratma gerçeği üzerinde odaklanır ve “kamp” kavramını neoliberal yurttaşlık ve kamusal alan – özel alan ikili ayrımı ötesinde potansiyel bir alan olarak görür. Sömürgesizleştirme Mimarlığı, “ortak olan” hem kamusal hem özel alandan ayrılır. Birçok şehirde ve kentsel alanda gördüğümüz gibi, kamusal ve özel alanlar hükümet inisiyatifinin denetimi altındadır.9 Mimarlığı Sömürgecilikten Arındırma, şehir ve mimarlıkla ilgili militan araştırma metodolojileri kullanarak, farklı alanlardan araştırmacılar, sığınmacılar, aktivistler ve sivil temsilciler ile birlikte, sığınmacı kamplarında ve eski askeri binalarda potansiyel müşterekler aramaktadır. El-Fevvar kampındaki sığınmacılarla yürütülen girişim, genç Filistinli sığınmacıların, ailelerin oluşturduğu küçük bir kamusal alan tasarımını da içermektedir. Gündelik yaşam deneyimlerinin ve yerel girişimlerin paylaşıldığı bir alan, sömürgeleştirmeye karşı en önemli direniş yolu olabilir. Bir başka alternatif bilgi üretim ve paylaşım platformu, sanatçıların yönettiği The Silent University / Sessiz Üniversite uygulamasıdır. Sessiz Üniversite, sığınmacılar, barınak arayanlar ve göçmenler için özerk bir bilgi paylaşım platformu olup onlar tarafından yönetilmektedir. Sessiz Üniversite’nin amacı, sessizliğin pasif bir durum olduğu fikrine meydan okumak ve gösteri, yazı ve grup halinde düşünme yoluyla sessizliğin güçlü potansiyelini keşfetmektir. Bu keşifler, barınak arayışı içindeki insanların suskunlaştırılması yoluyla yaşanan sistemsel çöküşü ve beceri-bilgi yitimini belirgin kılmaya çalışır.9 Sanatçı Ahmet Öğüt’ün bu platforma dahil ettiği (aralarında benim de bulunduğum) birçok araştırmacı tarafından başlatılan Sessiz Üniversite’nin temel olarak, iç içe geçmiş iki yapısı var: Bunlar ilk olarak, “istisna hali” çerçevesinde tanımlanan öznellik kavramını ele alıyorlar: Sığınmacılar / barınacak yer arayanlar. İkinci olarak, üniversite yeni bir alternatif pedagoji formatı kullanıyor; bu formatta bilgi üretimi, yalnızca sığınmacılar için değil, halk için de bir birlikte varolma olarak kendini gösteriyor. Mobil bir hareket olarak yapının bütünü, “yurttaşlık”ın net sınırlar ötesinde yaşandığı kuşatıcı bir düzenek özelliği taşıyor. Sessiz Üniversite, rizomatik olarak yurttaşlık, eğitim, kurumsallık, sınırlar, savaş, sığınmacılık, belgeler/belgeleme, kentsel ayrımcılık, müşterekler ve benzeri meselelere uzanıyor. Bu pratik, insanlar ve temsil edilişlerine dair ortak deneyimler üzerine “ortak olmayan bir bilgi” üretiyor. Bu yolla, sanatsal araştırmayı içeren ve ortak metodolojileri yapıçözümüne uğratan alternatif araştırma yöntemlerini uyguluyor. Bu bağlamda Sessiz Üniversite, şu tür dijital alanlar üretmektedir: academia.edu/silentuniversity, Facebook, Twitter, basılı yayınlar ve ikircikli araştırmacıların fiziksel katkıları, alternatif edimsel arşiv yolları ve kuşatıcı araştırma metodolojileri sunan akademisyenler. Akademik (sosyal bilimlere özgü) bir bakış açısıyla konuşacak olsaydım, son yıllarda araştırma alanında metodolojik bir kriz yaşandığını, bunun da üniversitelerde tutucu, kapalı devre bir akademik katılıktan kaynaklandığını öne sürerdim. Nitel ve nicel araştırma metodolojilerini ayrı ayrı yürütme meselesi ya da kuramı empirik pratiğe dayandırma sorunları bir yana, üniversitelerde ideolojik durum araştırması yöntemleri tartışması çok ihmal edilmiştir. Ayrıca, çağdaş bilgi üretiminde yeni biçimlerin çokluğu, yeni yöntemler benimsemeye zorluyor bizi. Üstelik, Deleuzecü bir bakış açısıyla bakacak olursak, karmaşık toplumlarımızda “veriler”, araştırılması, değerlendirilmesi, analiz edilmesi ve karmaşık araçlarla (hatta uygun şekilde icat edilmiş yeni araştırma araçlarıyla) gösterilmesi gereken rizomatik bir derlemedir.10 Bunun anlamı şudur: Hem kavram hem ürün olarak görsellik, yalnızca bilginin temsili değildir, aynı zamanda onu ortaya çıkaran düzenektir. Bu yüzden, güncel sanat üretiminde –sözgelimi, Sessiz Üniversite örneğinde– pratik, “yöntem”in kendisi haline gelir. Bu da, yalnızca güncel sanat alanında değil, eğitim, sosyal bilimler ve kentsel çatışma gibi alanların metodoloji tartışmalarında da zorlayıcı bir kavramdır. Dolayısıyla, Sessiz Üniversite‘yi proje olarak değil, kurucu bir uygulama olarak, oluşum aşamasındaki bir arşiv ve yöntemin kendisi olarak adlandırmayı yeğliyorum. 2 Haziran’da, Gezi Parkı’ndayken video aktivistleriyle birlikte kurduğum Videoccupy ortak girişimi benzeri bir örnek olabilir. Girişimin amacı, görsel belleği kayda geçirmek ve 27 Mayıs – 31 Temmuz 2013 arasındaki direniş sürecinin arşivini oluşturmaktı. iPad, telefon ve kamera gibi aygıtlarla kaydedilen görüntüler bir araya getirildi ve derlenen bütün malzemeyi içeren bir arşiv oluşturuldu. Bizim için, yalnızca bu direnişte değil, gündelik yaşamlarımızda da özgürleştirici bir araç olarak videoları kullanmak ve videogramlar oluşturmak [önemli]: Göstermiyor ya da temsil etmiyoruz, “görüyorum” eyleminin potansiyellerini üretiyoruz.11

Bu tür derleme uygulamaları ve yukarıda sözü edilen anlık potansiyel ittifaklar, emek paylaşım stratejilerinin nasıl işlediğini anlamak açısından önemlidir. Bunlar genellikle hem maddi-olmayan hem fiziksel emeğe dayanır, bu emek üretimleri arasında ayrım yoktur. Burada, yabancılaştırıcı maddi-olmayan emek güçleri yok olur ve artık değer, kapitalist piyasa buyruklarına göre değil etiği temel alarak idare edilir. Bu bağlamda, ekonomist-coğrafya araştırmacısı J.K. Gibson-Graham’ın kuram ve araştırmasından esinlenen toplum ekonomileri ve artık değer dağılımı, önemlidir. Yazarlara göre, siyasal toplu eylem “alternatif ekonomik organizasyonlar ve uygun mekânlar üretmek için işbirliği içinde çalışma”yı gerektirir.12

Topluluk ekonomisine dair empirik örnekler veren yazarlara göre, “toplu eylem” şudur:

“Bu bağlamda ‘toplu’ nitelemesi, benzer öznelerin yan yana yığılmasını göstermez, ‘eylem’ terimi de maksatlı varlıklardan kaynaklanan ya da düşünceden bağımsız olan bir edimi göstermez. Bağlantı ve gelişme olanaklarını tanımak ve açık tutmak için, kapsamlı ve geniş bir alanı kuşatan bir toplu eylem kavramı geliştirmeye çalışıyoruz”.13

Buna göre, toplu bir eylem, bir topluluk ekonomisi etiği gerektirir; ben bunu, daha çok, hem kentsel hem kırsal alanlarda gündelik bilgimizi, geçimimizi sağlayan bir yerellik etiği edimi olarak nitelemek istiyorum.14

Burada oluşturulan ilişki ağı, norm koyucu bir yapı olmaktan çok, birlikte düşünüp tartışmayı seçen anlık bir topluluğun oluşturduğu ağdır. Kendi kendine örgütlenme, belli emek faaliyetlerine ve bunların ayrımına dayanan basit bir hiyerarşi değildir; tam tersine, kişinin sabah çiftçi, öğleden sonra grafik tasarımcısı olmasına imkân veren bir çalışma/emek yapısıdır. Stavrides’in keskin analizini yinelemek gerekirse, işbirliğinin özü kabullenme değil, müzakeredir. İşbirliği, kendisi de acil ve zorlu bir ilgi alanı oluşturan bir kentsel alanda kritik meselelerin tartışılması demektir. Kentsel alanda toplu, hiyerarşik olmayan, siyasal eylem oluşturmak, örgütlenme ya da etkinliğin kendisi ile değil, ortaklaşmacılığı başarmak için birlikte varolma ve iş görme ile ilgilidir. Bunun kökü, neoliberal gerçekler ve üretim mantığının bize dayatmaya çalıştığından farklı uygulamalarımızın –işbirliği, alternatif ekonomiler, özerk ağlar, kendi kendine örgütlenme ve artı değer stratejileri– yeniden değerlendirilmesi ve gerçekleştirilmesine dayanır. Gezi Parkı direniş deneyiminin özünü, işbirliğine gitme, farklılıklarımıza rağmen dayanışma içinde hareket etme, gönüllü çalışma, partizan olmayan, hiyerarşik olmayan demokratik bir platform ve dostluk oluşturur. Hükümet 15 Haziran’da Gezi Parkı protestocularını dağıtmadan önce, yiyecek-içecek ve bütün öteki gereksinimler, kendi girişimleriyle çalışan gruplarca karşılanıyordu. Ayrıca, parkta bir bitki ve çiçek bahçesi bile kurulmuştu. Burada görüldüğü gibi, bütün kişisel ya da toplu girişimler, genel olarak gönüllü emek paylaşımına dayanır, ama bunu da aşarlar, çünkü bu örnekte emek paylaşımı, “gönüllülük” olarak nitelendirebileceğimiz bir uygulama değildir. Burada “gönüllü” olma, bu yeni birlikte çalışma biçimini hem aşar hem kapsamını daraltır, çünkü emekte “gönüllü”lük toplu eylem gücünün kaynağını temsil eder. Merkezi İstanbul’da bulunan toplu Herkes İçin Mimarlık platformu,15 Gezi direnişi sırasında çizimleri üretmiştir. Gezi direnişi, geçici bir cami, basit malzemelerle yapılmış ortak girişim ürünü taşınabilir bir yiyecek arabası, çadır ve geniş bir açık hastane: Bunlar, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nda yerinde ve anlık mimarlığın örnekleridir. Yaygılar, Gezi Parkı’nda her bölümün ve yerlerin sınırlarını ve işlevini temsil eder, yaygılar insanların ihtiyaçlarına göre genişleyebilir, büzülebilirler. Edimsel mimari çoğu zaman “acil durum”, kentsel çatışma, anlık mimari ve radikal mekân direnişi uygulamaları koşulunda yaşanabilir. Bu ilişkisel direniş yapıları, Herkes İçin Mimarlık’ı occupygeziarchitecture girişimini oluşturmaya yöneltti; burada şunu öne sürüyorlar:

“Mimarlığın mimarlardan çekilip alındığı durumlarda yeni mimarlık tanımlarına ihtiyaç duyuyoruz. Sokaklarda ve Gezi Parkı’nda rastladığımız her eşsiz yapı, kendi yerinde tasarım ve kullanım sürecine sahip”.16

Şu an içinde bulunduğumuz somut aşamada, yerel hareketler yereli aşan ağlara bağlı kendi kendine örgütlenmiş ortak girişimler sunuyor, rizomatik dağılım ve artı değer oluşturabiliyorlar. Öte yandan, çeşitli şehirlerdeki “işgal”, şimdiden mevcut toplu direniş pratiklerini bir araya getiren bir alanı –farklılıklardan oluşan ortak bir alanı– devreye sokuyor. Yirminci yüzyıl hareketleri ile Seattle’dan bu yana gelişen hareketler arasındaki farklar ve bu sonuncu hareketlerde emeğin ve toplulukların heterojenliği, daha önce Negri/Hardt yazılarında ele alınmış/ortaya koyulmuştu. Yirminci yüzyıl hareketlerinin, işgal hareketlerini izleyen küresellik karşıtı protestolardan farkları şunları içerir: Benzersiz dayanışma biçimleri, yereli aşan ağlar ve kuşatıcı bilgi/pedagoji türleri.

Filozof Simon Critchley’e göre:

“İşgal hakkında konuşabiliriz. İşgal, devrim değil, isyandır, ama çok ilginçtir ve çok farklı bir siyasal taktikler bütününü erişilebilir kılmıştır. İşgal, anarşist soldaki insanların çoğunun son derece yakından bildiği bir şeydir… Ben düşük düzeyde seyreden, neredeyse görünmez olan ve belli bir noktada görünürlük kazanan ve sonra gerçekten etkisi olan eylem dizilerine inanıyorum. Gramsci’nin diyeceği üzere, siyaset bir manevra savaşı değil, iktidara cephe taarruzudur. Israrlı ve uzun süren bir pozisyon savaşıdır. Bu, iyimserlik, kurnazlık ve sabır gerektirir”.17

Franco “Bifo” Berardi’ye göre de, işgal hareketleri öteki bedene dönük haz, öteki ittifaklara dönük empatidir.18 Bana göre, öyle ya da böyle, artık yeni bir aktivizmden söz etmiyoruz; yaratmakta olduğumuz ortak-olmayan bir bilgiden, yeni bir kurucu güçten ve ortak emekten söz ediyoruz. O yüzden bununla, gene Sömürgesizleştirme Mimarlığı pratikleri ve onların Al-Masha (ortak olan) –araştırma biçiminin “toplu, ilişkisel ve aktif” olması– aracılığıyla “müşterekler”i sorgulama niyetleri arasında bağlantı kurabiliriz. Eylemlerinin ardındaki fikirlerini, amaçlarını betimlediklerinde, söyledikleri açıklığa kavuşuyor: “çekilme ile katılım, dünyada eylem ile araştırma, kurmaca ile öneri arasında farklı bir denge kurmak.”19
Şimdi tam o andayız.

Kaynakça

JK.Gibson-Graham, The End of Capitalism (As we knew it), Minnesota Press, 2006, Minneapolis
Cornelius Castoriadis, The Imaginary Institution of Society, İng. çev. K. Blamey (Cambridge: MIT Press, 1998).

Hanare&Social Kitchen: www.hanareproject.net

Pauline Yao, aktarıldığı kaynak: "A game played without rules has no losers", e-flux Journal, 7 Haziran 2009, New York.

"Ways of Commonning / Müşterekleştirme Pratiği", David Harvey ile söyleşi, New City Reader, söyleşiyi yapanlar: Pelin Tan ve Ayşe Çavdar, Haziran 2012, İstanbul. Harvey, D. Rebel Cities: From the Right to the City to the Urban Revolution. Londra: Verso, 2012.

An Architektur, 2010. "On the commons: A public interview with Massimo De Angelis and Stavros Stavrides," e-flux Journal, 17 Haziran 2010, New York.

Patel, R., "The hungry of earth", Radical Philosophy, Sayı 151, Eylül/Ekim 2008, Londra.

An Architektur, 2010. "On the Commons: A Public Interview with Massimo De Angelis and Stavros Stavrides", e-flux Journal, 17 Haziran 2010, New York.

Sandi Hilal, Alessandro Petti and Eyal Weizman / Decolonizing Architecture, Architecture After Revolution, Sternberg Press, 2014

Pelin Tan, Deleuze and Research Methodologies, ed. Rebecca Coleman ve Jessica Ringrose, Edinburgh: Edinburgh Press, 2013 üzerine Visual Studies Journal (IVSA), Taylor&Francis tarafından ısmarlanan değerlendirme yazısı.

JK.Gibson-Graham, The End of Capitalism (As we knew it), Minnesota Press, 2006, Minneapolis

JK.Gibson-Graham, The End of Capitalism (As we knew it), Minnesota Press, 2006, Minneapolis

Pelin Tan, "Locality a discoursive term in recent socially engaged art", yayınlanmamış doktora tezi, İTÜ Sanat Tarihi, 2010.

Herkes için Mimarlık, www.herkesicinmimarlik.org

Pelin Tan, "Breaking the social contract", Simon Critchley ile röportaj, www.e-flux.com/journal/breaking-the-contract/

Otonom Yayıncılık, Pelin Tan, Önder Özengi, Felaketing Yanından Koşarken, Franco 'Bifo' Berardi ile atölye, 22-24 Nisan 2014, Istanbul.

Sandi Hilal, Alessandro Petti and Eyal Weizman / Decolonizing Architecture, Architecture After Revolution, Sternberg Press, 2014

Published 11 June 2014
Original in English
Translated by Kemal Atakay
First published by Varlik 6/2014 (Turkish version); Eurozine (English version)

Contributed by Varlik © Pelin Tan / Varlik / Eurozine

PDF/PRINT

Newsletter

Subscribe to know what’s worth thinking about.

Related Articles

Cover for: Tacit truths

Not all standards may be inherently good. Cultural debate, when healthy, should question social norms. But what occurs when one person’s political correctness becomes another’s political weapon? And how can a positive position be struck in the battles over diversity and racism?

Discussion