Ondokuzuncu Yüzyılda Ezoterizm

Ondokuzuncu yüzyılın başında ezoterizm sözcüğünün ortaya çıkması, Fransız Devrimi ve imparatorluk savaşlarının yarattığı dramların ertesinde “Avrupa bilincinin girdiği krizin” bir ürünü olarak değerlendirilebilir.1 Yeni zamanlar için “yeni bir bilimi” tarif eden terim, Fransızcada ilk olarak 1828’de “ezoterizm”le hiç ilgisi olmayan “eklektizm”, “sosyalizm” ya da “senkretizm” kavramları2 gibi, “izm”ler dalgasının etkisiyle ortaya çıktı. Alzaslı Protestan bir çevreden gelen inisiyatik bilgi tarihçisi Jacques Matter (1791-1864), bu terimi dogmaların boyunduruğundan, metinlere getirilen dini yorumlardan bağımsız tinsel tartışmalar için bir özgürlük alanını ifade etmek için kullandı.3 Terim birdenbire doğmadı; birbirini tamamlayan “egzoterik” ve “ezoterik” sıfatlarından türemişti; bunlardan ilki L’Encyclopédie’de (1755), ikincisi ise 1742’de Mason bir yazar olan La Tierce4 tarafından, 1687’de ise bir İngiliz (Th. Stanley, History of Philosophy-Felsefe Tarihi) tarafından kullanılmıştı. Her ikisi de halktan saklanan, ustadan çırağa aktarılan, seçilmiş bir elite özgü bir bilginin varlığına göndermede bulunuyordu; kelimenin içeriyi (eso) ve dışarıyı (egzo) ifade eden Yunanca kökeni de bunu gösteriyordu. Kavram bunun yanı sıra Rönesans’ta kabala ve hermetik kitaplar hakkındaki spekülasyonları, daha uzak bir geçmişte, milattan sonra ikinci yüzyılda İskenderiye gnostiklerinin metinlere getirdikleri yorumları ve Pythagoras gizemlerine farklı bakışlarını da miras almıştı. Farklı içeriklerin birbirine böyle karışması, günümüze kadar uzanan belli bir dalgalanmaya yol açacaktı; bunda etken olan ise, terimin çift yönlü olarak, bilgiye sahip olanlar ve halk tarafından farklı şekilde kullanılmasıydı. Aynı içerikteki başka bir sözün, “okültizm”in ortaya çıkması tam da bu durumun bir yansımasıydı; okültizm yaygın bir kullanımdan doğmuştu,5 ama sonradan bilgeliğe gönderme yapan (ya da ona öykünen) bir anlamda kullanılmıştı. Üstelik her iki durumda da anlam, onsekizinci yüzyılda yakın kavramlar olan “illüminizm” ve “teozofi”den anlaşılandan farklıydı. Aynı “ezoterizm” terimi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra “geleneğin” dönüşüyle, modern dünyanın ondokuzuncu yüzyılın başında ilan edilen, halkların umudunda yaşayan tinsel dönüşümü sağlayabileceğine dair şüphelerin uyanmasıyla başka bir anlam kazandı. Toplumun çıkarları böylece ezoterizm kavramının ve içeriklerinin hazırlanmasında belirleyici bir rol oynamış oldu; bilgece anlam, yaygın anlama göre çok daha hızlı değişti.

Büyük yenilik, Tanrı’nın yerine nihai çare haline gelen aklın yüceltilmesiydi; oysa Rönesans’ta bilimin meşru alanı olan Doğa Kitabı’yla, tanrısal Vahiy Kitabı arasındaki ayrım büyük bir titizlikle korunmuştu. Mısır’dan, Antik Yunan’dan bu yana mabetlerde aktarılan sır, her tür hakikatin, özellikle tanrısal vahyin akılcı niteliğine dayanıyordu. İnançla akıl arasındaki, akla tanrısal boyut kazandıran nihai sentezi gerçekleştirmek, ondokuzuncu yüzyıla nasip olmuştu.

Devrimler zamanı

1792’den 1815’e dek Avrupa’yı kasıp kavuran savaşların ardından hâkim görüş, olağanüstü bir karışıklık, bir israf yaşandığı yönündeydi; bu kadar katıksız ideallerin bunca acıya, zincirinden boşanmış bunca anlayışsızlığa sebep olması nedendi? Neden halk ilk söz sahibi olduğunda, bu kadar yürekler acısı bir başarısızlığa uğramıştı? İki ayrı cephede, devrimci düşüncelere düşman olanlarla yandaş olanların getirdiği cevaplar, ezoterik yorumlara kapıyı açıyordu. Restorasyon’u savunanlar, bütün Avrupa’da hissedilen din duygusunun tazelenişinden güç alarak, o günün felaketlerini çilelerden sonra tanrıların dönüşünün bir işareti olarak yorumladılar. En tanınmış sözcüleri olan Joseph de Maistre (1753-1821), düşüncesini Les soirées de Saint Petersbourg‘da6 ortaya koyuyor, on birinci “söyleşide” “büyük bir olay” olacağını haber veriyordu; halklar bunun için hazır olmalıydı, acılara anlam kazandıracak Aklın hükümranlığı geliyordu: Yaklaşan Altın Çağ için bedel ödenmişti. Maistre, doğanın durumu konusunda Rousseau’ya karşı çıkıyor, insanoğlunun gerilemesini bilgiyi kaybetmesine bağlıyor, “vahşi dilleri” asli sözün taslağı olarak değil, artığı olarak görüyordu. Aydınlanma Çağı’nın insanı olarak, yaşanan felaketlerden aklı sorumlu tutmuyor, Masonluğu asli bilgilerin aktarılmasında kilit bir unsur olarak görmekte inat ediyordu. Dolayısıyla, harap haldeki Avrupa’ya gerçek bir spiritüel ve entelektüel düzen getirmek için meşru krallık iktidarının yanında, Papa’nın otoritesi altında olması koşuluyla, Masonluk da vazgeçilmezdi.7 Maistre’in düşüncelerine herkes katılmadıysa da, kitapları devrim karşıtı çevrelerde etkili oldu ve bu, günümüze dek sürdü.

Modernizme düşman çevrelerin “spiritüel canlanma”sına karşılık, modernizm yandaşlarının “toplumsal diriliş” kavramı vardı; modernizm yanlılarının yaklaşım tarzının kökeni, Rönesans’ta ortaya çıkmış olan insanla kozmos arasındaki ilişkiler üzerine spekülasyonlara dayanıyordu. Leonardo da Vinci’nin tasvir ettiği gibi evrenin merkezinde bulunan insan bedeni her şeyin, özellikle de insan topluluğunun ölçüsü olarak kabul ediliyordu; Rousseau onsekizinci yüzyılda Encyclopédie‘nin “Ekonomi, ahlak ve politika” maddesinde buna “toplumsal beden” diyordu. Bu düşünce, Hıristiyan “gizemli beden” kavramını kuşatan sembolik oyunların bir mirasıydı, daha ötesinde kökleri Kutsal Kitap’a dek uzanıyordu. Aziz Pavlus pek çok kez, herkesin tek bir bedene ait olduğunu sık sık vurgulamıştı: “Çünkü beden bir, ve azası çok olduğu gibi, bedenin bütün azası çok oldukları halde beden birdir; Mesih de böyledir. Çünkü biz, gerek Yahudi gerek Yunanlı, gerek kul, gerek hür, hepimiz bir beden olmak üzere bir Ruhta vaftiz olunduk.”8 Bireysel kurtuluşla toplumun yenilenmesi arasındaki ilişki, “ezoteriklerin” sık sık başvurduğu bir kaynak olan Lyonlu Pierre-Simon Ballanche’ın (1776-1847) düşüncesinde apayrı bir rol oynamıştı. 1793’te, Terreur zamanında Lyon’un kuşatılışını ve Fouché tarafından alınışını görmüş biri olarak, La ville des expiations‘da9 Vahiy’deki göksel Kudüs’ün inişini model alarak genel bir uzlaşmadan söz ediyordu; bu, bir bilgeler okulunun idareyi ele almasıyla mümkün olacaktı, bilgelerse hem rahip, hem bilgin olacaklardı, tıpkı Antik dünyanın müneccimleri gibi: Onlar dünyanın gidişini gözlemler, bildiklerinden sadece seçilmiş müritleri faydalandırırlardı. Dünyanın ezoterik bir şekilde yönetilmesiyle Habil ile Kabil’in aileleri Mesih’in göksel krallığının etrafında toplanacaklardı; Mesih’in dünya yüzündeki tezahürü ise Fransa kralıydı. Ballanche, Essai de palingénésie sociale’da10 bireysel kurtuluşların birikmesiyle gelecek toplu bir canlanmanın temellerini ortaya koymuştu. Ruhgöçü teorisi sayesinde, ruhun doğarken zaten var olduğu yolundaki bin yıllık tartışmaya sığınarak, insanın ölümlü kaderiyle toplumların kalıcılığı arasındaki çelişkiden de kurtulmuş oluyordu. “Palingenesis” (ölümden sonra dirilme, ölümden kurtulma), Pierre Leroux (1797-1871) ve Proudhon (1809-1865) gibi ilk sosyalistlerin kelime hazinesinde yer aldı; Proudhon da kendi payına 1843’te Ballanche’ı onurlandırdı: “Nice insanlar Ballanche’ın palingenesis’inde Alman panteizmini, Fransız eklektizmini, toplumu tutuşturacak, dünyayı canlandıracak saf, yakıcı bir ışık gördüler…”11 Bunun yanı sıra Dictionnaire de l’Académie française‘in 1837’de “sosyalizmi” “toplumun canlanmasını hedefleyen öğreti” olarak kabul etmesinin doğal olup olmadığı da tartışılabilir.

Ezoterik düşünce ise palingenesis’ten onu kendi boyuna göre tekrar yontarak, yani spiritizmacılığın, ardından Doğu dinleri modasının etkisiyle yeniden doğuşu da içine dahil ederek beslendi. Bunun yanı sıra sayılar üzerine yapılan Kabala yorumlarından yararlandı, ama işin anahtarı, aktarımla ilgili yeni bir teorideydi. Bu teori temel, evrensel bir geleneğe işaret ediyordu; kimilerine göre teori Hıristiyanlığa özgü, havarisel aktarımın izinden gidiyordu, kimileri içinse onun tamamen dışında, hatta karşısındaydı. Her iki kampın düşünce tarzları birbirine yakındı; hepsi işin içine kehanet boyutunu katıyor, “el almış” azınlığın rolünü öne çıkarıyordu; ama varılan sonuçlar, politik ve dini kurumlarla ilişkiler meselesinde birbiriyle çatışıyordu. 1848 devrimcilerinden Louis Constant’ın (1810-1875), 1856’da, büyücü Eliphas Lévi kimliğiyle Dogme et rituel de la haute magie‘yi12 yayınladığı zamanki ifadesi çok nettir: “Modern zamanların en büyük Katolik dehası olan Kont Joseph de Maistre, bu büyük olayı önceden görmüştü: Newton, diyordu bize, bizi Pythagoras’a geri götürür; bilimle iman arasındaki benzerlik, ikisini ister istemez birbirine yaklaştıracaktır. Dünya dinsizdir, ama bu korkunç durum fazla devam edemez: Onsekizinci yüzyıl hâlâ sürüyor, ama bitecek.”13

Aktarmak

Rönesans’ta Kutsal Yazılar’ın içerdiği ipuçlarıyla, onlardan önceki ya da alanlarına yabancı bilgiler arasında kurulan uzlaşma, ondokuzuncu yüzyılın başında, bir taraftan akılsal eleştirinin, bir taraftan da ufkun Doğu’ya doğru genişlemesinin etkisiyle çok zedelenmiş durumdaydı. Cizvit papazlarının büyük Konfüçyüs metinlerini çevirmesinden hemen sonra Anquetil-Duperron (1731-1805) 1771’de Zend-Avesta‘nın ilk çevirisini yayınlamıştı; Alman romantizmi ise devrim öncesinde dinde yaşanan rönesansı, bu yeni evrenselcilikle birleştirmiş, bunu da “Aydınlanma ruhuna” karşı sembolizmaya yaşama alanı açarak yapmıştı. İşte bu bağlamda Friedrich Creuzer (1771-1858) Symbolik und Mythologie des alten Völker…“de,14 eski İran, Mısır ve Yunan dinleri arasındaki benzerliklerin, bütün halklar için ortak bir ilk vahyin varlığını ortaya koyduğunu belirtiyordu. Creuzer’in tezi Almanya’da hemen alaşağı edildiyse de, Fransa’da, özellikle ezoterizm kavramının olgunlaştığı çevrelerde başarı kazandı. Sembollerin dünyası, muzaffer akla kafa tutuyordu; bu dünyanın yorumlanışı önemli bir toplumsal mesele haline gelecekti; bu yorumun anahtarlarını geçmişinde taşıyan bir kutsal bilim olmuş muydu, olmuşsa mirasçısı kimdi? Ondokuzuncu yüzyılın başında, bilgi aktarımını elinde tutan Yahudi-Hıristiyan tekeline karşı insana özgü bilgilerin kökeninin dayandırıldığı Mısır’ın etrafında ateşli tartışmalar dönüyordu. Tartışmalar bir önceki yüzyılda hiyerogliflerin iç yüzü15 hakkındaki polemikleri yansıtıyordu; daha 1767’de Abbé Terrasson’un (1670-1750) romanı Séthos‘un, ya da “Illuminés d’Avignon”un (Avignon’un Aydınlanmışları) kurucusu Dom Pernety’nin (1716-1801) Les Fables égyptiennes‘inin16 olağanüstü başarısından da anlaşılan “ejiptomani”nin gücünü gözler önüne seriyordu. Fransa’da devrimci bayramların manzarası, Bonaparte’ın Mısır seferinin kazandığı popülerlik bu duygunun ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu; bunun etkisi 1793 ile 1799 arasında, Terreur ile Directoire dönemlerinde Hıristiyanlığın yerine geçirilmeye çalışılan yeni kültlerde de görülecekti.

Fransız ve İtalyan masonlarının devrimci kanadı böylece doğal olarak Mısır’a yöneldi; 1839’da Memphis “Mısır riti”, kurucusu Jacques-Etienne Marconis de Nègre’in (1795-1868) kalemi aracılığıyla ezoterizmi, “bütün ışığın ve bütün bilimin” geldiği yüksek dereceleri içeren sistemin kilit taşı haline getiriyordu.17 Bu rit, Mısır’a dayanan bir başka oluşumu, Misraïm ritini yaşatıyor, ona öykünüyordu. Misraïm riti ise anlaşıldığı kadarıyla 1805 civarında İtalya’da, devrimci ordunun içindeki bazı ortamlarda kurulmuş, Devrim’le birlikte özgürlüğüne kavuşan, Papa’nın koruması altında Avignon’da yaşayan Yahudilerden olan Bédarride kardeşler tarafından 1815’te Paris’e taşınmıştı.18 Arkasında, 1784’te Cagliostro’nun (1743-1795) kurduğu Mısır ritiyle yakın ya da uzak bağlantıları olan İtalyan, özellikle Napoli örgütleri vardı. Marconis, gizemlerin kökenini şöyle tarif ediyordu: “Bir Yunan filozofu, Mısır’ı adım adım dolaştıktan, belli başlı bilim mabetlerini ziyaret ettikten sonra,” rahiplerin öğretilerinin kutsal bilimin egzoterizm ya da dış bilim ve ezoterizm ya da iç bilim olarak bölünmesine dayandığını söyler; ezoterizmden mabet dışında bahsetmek yasaktır: “Bunlar gizem içinde gizemdir”. Yazar ardından “uygarlığın” yolunu hazırlayan Hıristiyanlığa olan saygısını belirtiyordu, ama ezoterizmi insanlığa tanıtmak, Memphis Masonluğunun göreviydi.

Ezoterik masonluk “okült bilimlere” göndermede bulunuyordu; bunun teorisi ise ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yapılmış, “büyücü” Eliphas Lévi’yle19 tamamlanmıştı: Böylece okültizm yüzyılın sonuna kadar ezoterizmle eşanlamlı olarak kullanıldı. Söz konusu olan dar anlamda bilimler değil, edinilen bilgilerin ortak akılsal düşünce kategorileri çerçevesinde aktarılmasını sağlayan bir sistemdi. Yöntem, Aydınlanma Çağı aklının Avrupa toplumlarını dönüştürmede başarısız olduğu saptaması üzerine kurulmuştu; hata halkların yeterince eğitilmemesindeydi. Doktor Eusèbe Salverte (1771-1839) ve Ferdinand Denis (1798-1890);20 Giambattista Vico’nun (1668-1744) güzel ifadesine göre insan eylemlerinin biricik “firmum et mensurum”u olan tarihsel analiz sayesinde, kuşaktan kuşağa biriken, her dönemin kendi tarzına göre ifade edilen derindeki akılsallığın görülebileceği düşüncesini geliştirdiler. Astroloji pekâlâ astronominin atası, simya ise modern kimyanın anasıydı; bunlar bilginin art arda gelen hallerine denk düşen ifadelerdi;21 dolayısıyla efsaneler, halk inanışları da, toplumun durumundan kaynaklanan nedenlerle fantastik öykülerin, mucizelerin örtüsü artına gizlenmiş ya da bilinçli olarak değiştirilmiş olan gerçekleri taşırlardı. Eskilerin bilimi bir gerçeklikti; İlk Vahiy’i ve birbirini izleyen kuşakların çabalarını kendinde birleştiriyordu. Kitlelerin cehaletinden ya da egemen sınıfın çıkarlarından ileri gelen tehlikelerden korunma zorunluluğu, aktarımın hem biçiminin, hem de gerçekleştiği yerin neden saklı tutulduğunu açıklıyordu. Masonluk, onlara göre yeni tohumun filizlenebileceği ideal seraydı; masonluğun Fransa’da, İtalya’da ve Belçika’da ilerleyişi, ezoteristlerin de paylaştığı, bilginin birbirine eklenmesi kavramıyla gayet uyumluydu.
Bu yeni tarz epistemoloji, metinlerin ve pratiklerin yeniden keşfedilmesinin ve yorumlanmasının önünü açıyordu.

Modernizm karşıtı Hıristiyan cephesinde, ezoterik düşünce biçimine yönelme daha üstü kapalı bir şekilde oldu; ama, terimi kullanmaktan genellikle kaçınsalar da, gene de ezoterizm varlığını korudu. Onsekizinci yüzyıl Hıristiyan teozofisinden kalma mirasın canlılığını koruduğu Almanya’da en çok, masonluğun Kiliselerin olağan aktarma gücünden ayrı olarak, Kiliselerin yerini alarak ideal Kilise’yi oluşturmasını öngören girişimler etkili oldu; bunlar başta Gül-Haç akımları olmak üzere,22 sözgelimi Rus İvan Lopukin’in (1756-1816) Quelques traits de l’Eglise intérieure‘de23 yaptığı türden girişimlerdi. Bir başka Alman, “Sanskrit baron” Ferdinand Eckstein (1790-1861)24 Fransa’da Restorasyon döneminde Le Catholique dergisinde gene bu paralelde, asli bilginin yozlaşması üzerine fikirlerini ortaya koymuştu: İlkellerin dini bir ruhban sınıfına bağlıydı ve asli vahiyden doğmuştu; ama bu vahiyin merkezinde Mesih’in duyurulması vardı; haç sembolünün yaygın olarak kullanılması bu eski sürecin gerçekten yaşandığını kanıtlıyor ve Eckstein’a göre, Katolik Kilisesi’nin otoritesini kolaylaştırıyordu.

Gizli aktarımlara başvurma isteği, rehber metinler üzerinde yapılan araştırmalarda da kendini gösteriyordu; arkeolog Didron’un (1806-1867) Aynaroz’da bir Ortodoks manastırında bulup Ressamın El Kitabı25 adıyla yayımladığı, tanrısal tözün ikonaya geçirilmesini birtakım törensel ve bedensel ibadetlere bağlayan metin buna bir örnektir. Bunların en ilginci, sonradan Roma’da kardinal olan Benedikten Jean-Baptiste Pitra’nın (1812-1889) araştırması oldu; Pitra, ortaya çıkardığı Sardes’li Melitones’in ikinci yüzyıla ait Anahtar adlı metninin, sembollerin anlamının bir olduğunu kanıtladığını, Katolik Kilisesi’ni de anlamın bekçisi konumuna getirdiğini düşünüyordu; mabet gizliliği yeniden sağlandıktan sonra sayılar üzerindeki Phytagorasçı ve kabalistik spekülasyonlara sahne olabilirdi.26 Bununla birlikte, Katolik din adamının bu girişimi uzun sürmedi; öbür cephede ise, gizemli ezoterik yazmaların, Mısır’da ve Babil’de tuhaf arkeolojik kalıntıların “keşfi”, ya da inisiyatik bir soyu meşrulaştırabilecek esrarlı öncülerin birbiriyle karşılaşması, bütün yüzyıl boyunca sürdü: Joséphin Péladan (1858-1919) ya da Harvey Spencer Lewis (1883-1939) Toulouse’da varlığını koruyan bir Gül-Haç örgütünün mirasçıları olduklarını öne sürerek kendi tarikatlarını kurdular.27 “Hermetic Order of the Golden Dawn”ın kurucularından olan Mathers (1854-1918), girişimini Paris’te, Arsenal Kütüphanesi’nde bulduğu sihirli bir elyazmasıyla meşrulaştırdı;28 kitabı The Book of the Sacred Magic of Abra-Melin the Mage29 adıyla yayımladı.

Göz kırpılan yeni bilimler ve teknikler

Bütün Avrupa toplumları bilgilerin birikimini ve evrenselleşmesini nihaî senteze doğru belirleyici adımlar olarak görürken, ezoteristlerin pek çok yeni bilgi talep etmesinde şaşılacak bir şey yoktu; kaldı ki bilimsel statü kıstaslarına net olarak ancak ondokuzuncu yüzyılın sonunda kavuştuğumuz düşünüldüğünde, bu isteğin meşruluğu iyice kendini gösterir. Ezoterik yorumlar devrim sonrası büyük entelektüel karmaşada böylece doğal olarak kendilerine bir yer bulmuş oldular. Örneğin elektriğin keşfi, “akışkanlar” ve manyetizma hakkında pek çok spekülasyona zemin yarattı; bunlar da insanla doğa arasındaki ilişkileri alt üst edecekti. Okült bilimler o sıralar, tabii rastlantısal olarak entelektüel spekülasyonlarla sihirli ritüel pratiklerini ve teknik süreçleri bir araya getiren, deneysel bilimler olarak görülüyordu. Polonyalı matematikçi Hoëne Wronski (1778-1853) bu doğrultuda, risalelerinde30 yazdıklarını hayata geçirerek, iç içe geçmiş, yivli madeni halkalardan oluşan, evrensel bir haberleşme sistemi kuran prognometre diye tuhaf bir alet yaptı.31 Ezoteristler, aynı şekilde tanrısal âlemle ilişki kurmayı sağlayan akışkan dünyaları inceleme perspektifi doğrultusunda, fotoğrafın keşfine ve gelişmesine de büyük ilgi gösterdiler.

Manyetizma örneği ise daha anlamlıdır; onaltıncı yüzyılın başında Paraselsus’tan, bir sonraki yüzyılda Van Helmont’tan (1577-1644) beri manyetizmanın tıbbi amaçla kullanımı, yeni doğan doğal bilimlerle “akışkan” dünya arasında, bedenler üzerinde uzaktan etkide bulunarak, bir tür modern büyü uygulayarak aracılık etme çabasını ifade ediyordu. Anton Mesmer’in (1734-1815) su dolu teknenin etrafında, Marquis de Puységur’ün (1752-1825) hastalarını iple karaağaca bağlayarak uyguladığı ünlü tedavilerle, manyetizma modası doruğa çıktı; bu “hayvansal” biyomanyetizma, fiziksel ve tinsel olarak iyileşmeyi sağlayan, iki düzen arasında uyum yaratan bir yöntem olarak ortaya konulmuş, kabullenilmişti; tam bir psikoterapi olan biyomanyetizma, gayet yerinde olarak psikanalizin atası olarak kabul edildi. Puységur bir uyurgezerle çalışmıştı; bu örnek yüzyılın sonuna spiritizmada medyumlara verilen yer üzerinde ve hipnozun kaderinde önemli bir rol oynayacaktı.32 1880-1900 yılları arasında, okült cemiyetlerin büyük başarı kazandığı sırada, Teozofi Cemiyeti’nin (Theosophical Society) kurucusu olan Madam Blavatski (1831-1891) astral yolculuklarla Tibetli üstatlardan bilgi ediniyordu. 1914 savaşına dek hemen hemen bütün ezoterik ve okültist dergiler, sütunlarında hipnoza, spiritizmaya, manyetizmaya yer verdiler; Fransa’da Mesmer ve Puységur’ün nöbetini Deleuze (1753-1835)33 ve 1845’ten 1861’e dek Journal diye bir dergi yayınlayan bir manyetizma cemiyetinin kurucusu Baron du Potet (1796-1881) devralmıştı;34 İngiltere’de James Braid (1705-1860) adında İskoç bir doktor manyetizma öğretilerini benimseyerek, deneyimleri hakkındaki yorumlarını 1843’te “neurypnology” başlığıyla yayınladı.35 Yüzyılın sonunda, Paris’te, Salpétrière Hastanesi’nde, Profesör Charcot’nun (1825-1893) etrafında, histeri ve sinirsel hastalıklar üzerine deneylere katılan Papus36 gibi okültistler vardı; buna paralel olarak okültistler aynı dönemde ruhları, akışkan bedenleri ve öte dünyadan buraya karışan daha başka şeyleri fotoğraflarını çekerek sabitlemeye çalışıyorlardı. Bununla birlikte gene romantik teozofinin etkisinden dolayı, manyetizmayla ezoterizm arasındaki bağların en sıkı olduğu yer Almanya’ydı; Justinus Kerner (1786-1862) bu perspektif doğrultusunda “Prévorst’lu medyum” vakasını yorumladı.37 Kullanılan kelime ne olursa olsun; “hipnoz”, “spiritizma”, “metapsişik”, “astral beden”, “perispirit” (gerçek beden), “sinirsel akışkan”, bilimsel bir statüye kavuşmak isteyen, ezoterizme kayan uygulamalarla, filizlenmekte olan “psikolojik” bilimler, bütün yüzyıl boyunca birbirlerine sıkı sıkıya bağlı kaldılar.

İnsanların hayatının, tinsel olanlar da dahil olmak üzere bütün yönlerini kucaklayan sosyoloji, yüzyılın sonunda okültistlerin de ilgisini çekecekti; örneğin Charles Barlet’nin (1838-1921);38 Saint-Yves d’Alveydre’in (1824-1909) müritlerinden olan Barlet, sinarşik toplumsal yenilenme sistemini keşfetti, 1894’te Principes de sociologie synthétique‘i39 yayınladı. Ama yeni eleştirmenlerin Doğu’ya ait kutsal metinleri keşfetmesi, ezoteri dünyasının en büyük olayı oldu; Alman bilimi bu noktada Max Müller’in (1823-1900) Budizm üzerine çalışmalarıyla, ya da sosyolog ve tarihçi Max Weber’in (1864-1920) yaptıklarıyla, belirleyici bir rol oynadı. Söz konusu çalışmalar Madam Blavatski’nin “teozofisinin” senkretik yorumlarına ilham kaynağı oldu ve başarıya ulaşmasını sağladı. Madam Blavatski Birleşik Devletler’de ve Avrupa’da “ezoterik Budizm”40 öğretmeye çalıştı; ardından 1878’de İngiliz Hindistanı’na giderek Adyar’da, Hinduizm’in ve Budizm’in temel metinlerinin bir araya toplandığı bir araştırma ve meditasyon merkezi kurdu; Hollandalı oryantalist Johan Van Manen de (1877-1943) 1909’dan itibaren, Budist kitapların Kandcur ve Tancur versiyonundan 350 cildi bu sayede çevirdi. Teozofi Cemiyeti’nin bilimsel katkısı, bu bakımdan başkanlarının metinlerini okumakla hayal edemeyeceğimiz kadar büyüktür; üstelik Batı’da Doğu dinleri modasının yaygınlaşmasında ne kadar etkili olduğu da açıktır. Bu birkaç örnek ezoteristlerin etkinlik göstermek istedikleri entelektüel dokunun özgünlüğünü gösteriyor; seve seve akademik unvanlar alıyorlardı; Paris’teki okültist okullar Kabala lisansı, simya doktorası veriyordu.41 Bilim, en yüce başvuru kaynağı olarak Tanrı’nın yerini almış olduğundan, onlar da coşku içinde, bilimsel metodun maskesi altında dinsizleşmiş olan “dünyayı yeniden kendinden geçirmek” üzere ilerliyorlardı. Eliphas Lévi, Dogme et rituel de la haute magie‘nin girişinde “büyücülüğün” “dünyaya zıtların benzerliğinin bir sonucu olan uyumun ve dengenin evrensel yasasını ifşa ederek, bütün bilimleri temelinden alır ve matematiği yeniden şekillendirerek insan bilgisinin bütün dallarında evrensel bir devrimi müjdeler” diyebiliyordu.

Toplumsal dönüşüm

En hassas nokta, toplumun tamamının kurtulmasının ideal haline getirilmesiyle, bunun hayata geçiriliş yolları arasındaki açık çelişkideydi: Küçük bir azınlığın bilgi sahibi olması. Bir bireyler toplamından ibaret bir toplulukta demokrasinin hâkimiyeti nasıl sağlanabilirdi? Yaygın anlamıyla ezoterizm kavramı, sosyalizm mücadelesi veren politik ortamlarda kullanıldı ve 1871’de Paris Komünü krizine dek, yakında büyük felaketler olacağını duyuran laikleştirilmiş kâhinliğinkine paralel bir yoldan ilerledi. Bu kullanımın bir bakıma pedagojik bir yanı vardı; amaç örtünün bir ucunu kaldırıp halka birkaç kişi tarafından bir mabette saklanan gerçekliğin varlığını göstermekti; o sırada bütün herkesin ilerlemesiyle o büyük gün de gelecekti: Tin’in günü. Sosyalist Saint-Simon okulu bu temeller üzerinde, Kadın Mesih’in42 geleceğini vaaz eden Père Enfantin’in (1796-1864) etrafında kurulmuştu; “ezoterizm” sözcüğünün 1852’de, popüler bir yayın olan Maurice Lachâtre’ın (1814-1900) Dictionnaire universel’inde geçmesiyle bağlantı kurulmuş oldu: “Yunanca ‘eisôtheô’dan; gizli bir öğretinin sadece üyelere aktarılan ilkelerinin bütünü. Saint-Simoncu bir fraksiyon öğretilerinin en yüksek kısmını bir tür ezoterizm haline getirmek istiyordu.”43 Lachâtre’ın sözlükleriyle ansiklopedilerinin çok geniş bir okur kitlesi vardı;44 halkın eğitilmesiyle asli birliğe geri dönüleceğini duyuruyordu bunlarda: “Birlik dinde, dilde, felsefede, hükümette, yasalarda, ölçü ve tartılarda gerçekleşmesi beklenen hedeftir… görevlerin adil bir şekilde dağılması, insan türünün entelektüel ve maddi olarak özgürleşmesini getirecektir…”45 Farklı sözlüklerdeki verilere göz atıldığında, önerilen yöntemlerin yeni bilimlerin kontrolünden geçtiği görülüyordu: manyetizma, hipnoz, siyasi ve toplumsal meselelere açık bir masonluğa bağlı olarak spiritizma. Lachâtre, canlılar kadar göksel varlıkların ve meleklerin de katılacağı kozmik bir devrime inanıyordu. “Ruhlar bilimine” vakıf olunması sayesinde gerçek göksel hiyerarşilerin ifşa olmasından sonra, halklar özgürlüğe kavuşacaktı.
Bu sırada Eliphas Lévi, gene Dogme et rituel de la haute magie‘nin girişinde tarihin sonunun geldiği kehanetinde bulunuyordu:46 “Bilim ve din, despotluk ve özgürlük görülmemiş derecede azgın bir savaşa tutuştular ve uzlaşma kabul etmez bir kin üzerine yemin ettiler. Gene de kanlı görüntülere aldanmayın: Hepsi birleşmenin, bir daha kopmamak üzere kucaklaşmanın arifesindeler. Dinin ve Büyücülerin ilkel biliminin sırlarının keşfedilmesi, böylece dünyanın evrensel öğretinin birliğini öğrenmesi, mucizelerin hakkını vererek fanatizmi ortadan kaldırıyor. İnsanoğlunun sözü, bir daha ayrılmamacasına Tanrı’nın sözüyle birleşiyor ve uyumun zıtların benzerliğinden kaynaklandığını anlamamızı sağlayarak, evrensel çatışkıyı durduruyor.” Bu metinler, hem devrimci, hem mistik bir dil kullanan bir dizi kitabı takip ediyordu.47 Yeni büyücü bütün ezoterik dünya üzerinde, yüzyılın sonuna dek etkisini korudu. İngiltere’de 1870-1890 yıllarında Fringe Masonry’den türeyen SRIA (Societas rosicruciana in Anglia, 1866) ya da Golden Dawn (1888) gibi cemiyetlerin temel başvuru kaynağı haline geldi; Albert Pike’nin (1809-1899) Amerika’da geliştirdiği masonik ritüellerin ana kaynağı oldu48 ve Fransız okültistler onun “insanların en bilgesi” olduğunu ilan ettiler. Genel anlamda bakıldığında, özellikle Pierre Leroux’nun Fransa’nın göbeğinde ya da Charles Fourier’nin (1772-1837) öğrencilerinin Amerika’da kurduğu sosyalist cemaatlerin benimsediği toplumsal kehanet söylemi, tarihler üzerinde yapılan spekülasyonlarla, öncü işaretlerin yorumlanmasıyla, gizli bir tarihe, ezoterik bir düşünce biçimine dayanıyordu.

İtalya’da Mısır masonluğunun pek çok yandaşı gizli Carbonari örgütüne bağlıydı.49 Bunlar, ulusal birliğin kurulmasında önemli bir rol oynadılar. Peter Deunov (1864-1944) tarafından kurulan ve Ortodoks Kilisesi’yle çatışarak Bulgar ulusal uyanışında etkili olan Evrensel Ak Kardeşlik’i de ayrıca kaydetmek gerekir. Deunov Boston’da, bir din okulunda yetişmişti.50 Teozofi Cemiyeti’nin yanı sıra, farklı Gül-Haç’çı hareketlerin içinde de bulunmuştu; bunların Bulgar spiritüel hayatına eşlik eden Kardeşlik öğretisi üzerindeki derin etkisi, günümüze kadar sürmüştür.
Ne var ki yüzyılın ikinci yarısında, Avrupa’nın batısında toplumun güce başvurulmaksızın, köklü bir şekilde değişmesi giderek uzak görünmeye başlamıştı; sosyalistler genel olarak, 1830’lu yılların ezoteriklerinin yakıştırdığı gibi, doğal bağların kurulacağı bir evrensel uyumdan bahsetmez olmuşlardı. Masonluk ise, kendi payına kıta Avrupasında ritüelleri laikleştirerek, siyasi düşünceyi “spiritüalizmden” ayırarak; İngiltere’de ise ideolojik arka planı olmayan ritüellerle gelişiyordu. Birinci Dünya Savaşı’na dek giderek çoğalan ezoterik gruplar ve kuramcılar, bireyci demokratik cemiyetlerin kurulmasıyla, bu cemiyetlerin korumasına sığınarak protestocu görüşlerini geliştirdiler.

Toplumsal rönesans arayışında okültizm ve ezoterizm

Ezoterik kimdir? Bu hareketlere katılanlar, dünyanın genel gelişiminin temposuna uygun olarak değişmiş, aktivist devrimci çevrelerin yerini Anglo-Sakson dünyada konformist olmayan, Püritanizme ve “Establishment”a düşman; Fransa, İtalya ya da Belçika gibi Katolik ülkelerde ise Kilise karşıtı bir burjuvazi almıştı. Fringe Masonry’nin içinden İngiltere’de SRIA (Societas Rosicruciana in Anglia) çıkmıştı. William Westcott’un (1848-1925) kurduğu bu cemiyet, 1888’de Samuel Liddell Mac Gregor Mathers (1854-1918), ve en tanınmış sima olarak Aleister Crowley (1875-1947) gibilere ün kazandıran Golden Dawn’ı doğurdu. Eski Alman Gül-Haççıların izinden gittiklerini öne süren kurucular, “astral kehanetler” üzerine kurulu bir büyüyü hayata geçirdiler; bu, Kabala’daki “sefirotların” eksenini izleyerek, hayal gücü içinde yapılan keşiflerdi. Aldığı püriten eğitimin derin izlerini taşıyan Crowley, spiritüel kurtuluş yolu olarak özellikle cinsel büyüyü geliştirecek (Magic in Theory and Practice, 1929-1930) ve bunu İtalya’da, Cefalù’daki “Abbey of Thelema”sında hayata geçirecekti.51 Ondan önce Amerikalı siyah bir medyum olan Paschal Beverly Randolph (1825-1875) aynı doğrultuda ilerlemişti; kat ettiği yol, daha önce karşılaştığımız konuların bir özeti gibiydi: Avrupalı Gül-Haççılara bağlanmış, toplum için hizmetlerde bulunmuş (yoksulluğa ve köleliğe karşı), zikirler ve ritüellerle göksel hiyerarşide yerini almıştı.52 Randolph’un görüşleri 1880’li yıllarda İngiltere’de, Fransa’da ve Amerika’da pek çok grubu etkiledi. Bunların içinde kısa ömürlü “Hermetic Brotherhood of Luxour”, “Belle Epoque” devrinde filizlenen çeşitli cemiyetlerin gizli kışkırtıcısı, “Bilinmeyen Başkanı” olarak geçiyordu. Papus’un (Gérard Encausse 1865-1916)53 Martinist tarikatı, Stanislas de Guaïta’nın (1861-1897) kabalist Gül-Haç tarikatı, ya da Joséphin Péladan’ın (1858-1918) Rose Croix du Temple (Tapınağın Gül-Haçı) tarikatı, eskiye dayandıkları iddiasındaki inisiyatik örgütlerin54 en iyi örnekleridir. Öğretilerini zamanın akademik kalıplarına uydurmaya çalışıyorlardı;55 yarı sosyetik faaliyetleri de hem tapınağın gizliliğini, hem “Paris hayatının” etkinliklerini kapsıyordu. Péladan bu doğrultuda Paris’in kaymak tabakasının akın akın geldiği “Salon”lar, 1892’de ve 1893’te moda olan resim sergileri düzenledi. Bu ezoterik dünyanın konformizme uzak anlayışı, yüzyılın sonunda iki başlı bir karmaşanın izini taşıyordu; içlerinden pek çoğunun savunduğu, işçi dünyasının gerçeğiyle ilgisi olmayan kuramsal tartışmalardan ibaret sosyalizm; bunun yanında bir de, değiştireceğini iddia ettiği dünyanın içinde erimiş olan okült bilim.
Bu durumu resmeden iki örneği ele alalım; bunlardan birincisi, “Sinarşi”yi icat eden, Alexandre Saint-Yves d’Alveydre’in (1842-1909) durumudur; Saint-Yves, Ballanche’ın ve Joachim de Flore’un56 uzak ya da yakın mirasçıları olan milenarist ütopyacıların çizgisinde bir ideal toplum teorisi ortaya koymuştu. İkincisi ise, uluslararası çapta son derece yaygın olan Teozofi Cemiyeti’nin çalkantılı öyküsüdür.

Saint-Yves’in gençliği maceralı geçmişti. Bir çocuk yetiştirme yurdunda kalmış, Jersey’e sürülmüş, orada teozofist Fabre d’Olivet’nin (1767-1825) yazmalarını öğrenmişti. Bir Rus aristokratıyla evlenerek servetini, dünyanın sinarşik olarak, bilgeler tarafından yönetilmesini öngören projesine vakfetmişti; bilgelerin idaresi, tinsel, siyasi ve ekonomik iktidarın uyumu üzerine inşa edilecekti. Yazdıklarında hükümdarlara eşitleri gibi hitap ediyordu. Bir Hindu üstattan, “Dünyanın Kralı”nın fanileri yönettiği gizli spiritüel merkezin yerini öğrendiğini ilan etti. Sinarşi, açık dilekçelerle Fransız kabinesine, sendikalara ve büyük demokratik kurumlara teklif edildi;57 bu sırada üstat son yıllarını evrensel bir uyum sistemi: sesler, renkler, harfler, astrolojik simgeler arasında bir Archéomètre kurmak için çabalamakla geçirdi.58

Madam Blavatski’nin Teozofi Cemiyeti ise, yüzyılın son çeyreğinde ezoterizm için bir buluşma noktası oldu; kurucusunun büyük bir beceriyle, Batı’daki zengin burjuva topluluğuna “oryantalist” hayaller uyandırmayı başarması sayesinde, Atlantik’in iki yakasındaki okültistler arasında bu cemiyetten geçmeyen hemen hemen kalmadı. Aslen Rus bir aristokrat olan Helena Petrovna Blavatski, Kafkaslarla Mısır arasında maceralı bir hayatın ardından medyumluk yeteneklerini kullanarak, spiritizma modasının da yardımıyla öbür dünyadaki varlıklarla ilişkiye geçti ve derhal, bunların Tibetli üstatlardan yayıldığına karar verdi. Onlardan aldığı güçle Isis Unveiled‘da (1877) ve The Secret Doctrine‘de (1888) ondokuzuncu yüzyılda Batı’nın bakış açısına göre yeniden şekillendirildiği bir Budizm’den yola çıkarak senkretik bir ezoterik doktrin geliştirdi; cemiyetini de masonik modele göre yapılandırdı; merkezini ise Hindistan’ın güneyindeki Adyar’a aldı. Teozofik öğreti, daha önce sözünü ettiğimiz çelişkiyi barındırıyordu; Doğu’nun eski metinlerinin araştırılmasını, çevrilmesini teşvik eden gerçek bilim kaygısıyla, teozofik “kurum” tarafından verilen nihai yorum arasında bocalıyordu. Teozofistler, halkın eğitilmesini öngören yüzyıl başına ait büyük projenin izinden gidip gizli bilgileri yaygınlaştırmayı istediklerini ilan ederek çelişkiyi bir süre için savuşturmuş oldular. Paris’te, teozofiden ayrılmış Papus’un denetimindeki okültist örgütler de aynı sorunlarla karşı karşıya geldiler; öyle ki üstadın eserlerinin tamamı, bir halka açılma olarak takdim edildi.59 Madam Blavatski’nin halefi, gerçek bir sosyalist, feminist militan olan60 Annie Besant (1847-1933), yüzyıl başının kehanet söylemi doğrultusunda insanlığı eğitecek, görevine Cemiyet’in içinde hazırlanacak yeni bir Mesih’i (Seigneur Maitreya) öne çıkarmaya çalıştı. Bu rol, genç Hintli Jiddu Krishnamurti’ye (1896-1986) verildiyse de, 1832’de Saint-Simoncuların Kadın-Mesih olarak seçtiği Claire Bazard gibi o da bu ağır sorumluluğu üzerinden attı.

Bütün bu inanılması güç olayların üstüne, bazı kişilerin özellikle “Doğu”nun bakışıyla Hıristiyan geleneği arasındaki uyumsuzlukları ve çelişkileri göz önüne seren skandalları eklendi; örneğin Anna Kingsford (1846-1888) İngiltere’de 1884 ile 1887 arasında Teozofi Cemiyeti’nden bağımsız olarak, İncil’in feminist gözle okunmasına dayalı Hermetic Society’yi kurdu. Fransa’da H.P. Blavatski’nin arkadaşı Lady Caithness (1830-1895), Paris’in neredeyse bütün okültistlerinin salonuna gelip gitmesini fırsat bilerek, teozofinin içinde Hıristiyan bir hizibin önderliğini yaptı. Savaşın arifesinde Almanca konuşanlar arasında Rudolph Steiner’in (1861-1925) yarattığı ayrılığın temelinde de gene Hıristiyanlık meselesi vardı; Steiner, ezoterizmi modern dünyaya öğretirken, Batı’nın geleneksel birikimini de işin içine katmak istiyordu. Ezoterizmin ister istemez bireyciliğe kayan doğası ve yüzyılın başından beri edebiyatın çizgisinin benimsenmiş olması, parçalanmayı hızlandırdı; “romantik büyücü”, rahibin yerini almanın kaderine yazılmış bir görev olduğunu düşünüyordu.61 Hemen hemen bütün okültistler, öncelikle geniş kitlelerin desteklediği yazarlardılar; Edward Bullwer-Lytton’un Zanoni‘si (1842), Edouard Schuré’nin (1841-1929) Les grands initiés’si62 bütün dillere çevrilmiş, inanılmaz bir başarıya ulaşarak defalarca tekrar basılmıştı.

Sonuç

Okültizmin içinde bilimle dini uzlaştırmak için başvurulan yollar, çıkmaza girmişti; yirminci yüzyılın başından itibaren bazı ezoterik çevrelerde bile açıkça bunun farkına varılmıştı; bunun sebebiyse, devrimci ve emperyalist savaşların ertesinde yapılan seçimleri belirleyen önvarsayımların çöktüğünün görülmesiydi, üstelik trajik Birinci Dünya Savaşı örneğinin yaşanmasından önce olmuştu bu. Bu sırada tarihe eleştirel bakışın gerekleri, araştırmacıları Kabala’nın, Sufiliğin ve Uzak Doğu’nun “terrae incognitae”sini daha sıkı bir şekilde ele almaya davet ediyor; bir yandan da yüzyıl sonu entelektüel ortamındaki çöküş, dini kurumlara bakışı değiştirmeye çağırıyordu; bu kurumların öğretileri Rönesans’tan getirdikleri kaynaklarla ve Aydınlanma Çağı’nın ardından romantik Hıristiyan tepkisiyle ezoterizmi beslemişti. Paul Vulliaud (1875-1950) geleneğe bu yeni bakışın en iyi temsilcisi oldu. Bu bakış, René Guénon’la (1886-1951) apayrı bir yöne sapacaktı. 1906’yla 1914 arasında yayınladığı edebiyat, sanat ve ezoteri dergisi Les Entretiens idéalistes Ortaçağ’ın ve Hıristiyan kültürün devamı olarak kavranan Rönesans’a bakışta önemli kırılmalara yol açtı; Leonardo da Vinci artık zamanının önüne geçmiş, deha bir birey olarak değil, Hıristiyan ikonografisinin gelişiminin binlerce yıllık bir ürünü olarak tasvir ediliyordu.63 Guénon aynı paralelde, Kabala’ya da, okültist seleflerinin hafiflikleriyle çelişen yeni yorumlar getirecekti.64

Ezoterizmin ve okültizmin, sonunda galip gelen bilimsel mantıkla olan kavgaları, temelde yerleşik büyük dinlerin verdiği savaşlardan farklı değildi; ve yukarıda saydığımız başarısızlıklara rağmen, katkısı marjinal eylemlerden ibaret kalmadı. Bu düşünce tarzı Batı’nın hayal gücünü besledi; bugünkü zihinsel alışkanlıklarımızın pek çoğunun temelinde yatan ondokuzuncu yüzyılın entelektüel ve spiritüel dokusunun ayrılmaz bir parçası oldu.

Paul Hazard bu başlık altında (Paris, Boivin, 1942) Aydınlanma Çağı'ndaki zihinsel yapıların bir bilançosunu çıkarmıştı.

Filozof Victor Cousin bu "okulu" 1817'de moda haline getirmişti; Fransızca "socialisme" ve İngilizce "socialism" 1822'de (Pierre Leroux) ve 1831'de (Robert Owen'ın Association of all Classes of all Nations'da) kullanıldı; İtalyanca "socialismo" ise onlardan önce, daha 1803'te kullanılmıştı.

Histoire critique du gnosticisme, Paris, Berger Levrault, 1828.

Nouvelles obligations et statuts de la très vénérable corporation des francs maçons, Frankfurt, F. Varentrapp.

Richard de Radonvilliers'nin Dictionnaire des mots nouveaux'sunda 1842'de zikredilir. "Occultism" İngilizce olarak 1870'li yıllarda Madam Blavatski tarafından kullanılmış ve "Theosophical Society" tarafından yaygınlaştırılmış gibi görünmektedir.

Ölümünden sonra yayınlandı, Paris, Librairie grecque, latine et française, 1821.

Devrim'in sorumlusu olarak görülen Masonluğun inkâr edilmesine yönelik genel harekete karşı çıkıyordu (Barruel, Mémoires pour servir à l'histoire du jacobinisme, Hamburg, Fauche, 1797).

1 Co, 12, 12-30. Organik metafor "materyalist" Thomas Hobbes'ta da (1588-1679) görülür; o da Léviathan'da (1669) siyasi bütünü hastalıklarla, kaslarla, sinirlerle vb. anlatır.

Paris, A. Pinard, 1832.

Paris, J. Didot, 1827-1829.

Le Trésor de la langue française'de geçer.

Paris, Baillière, 1856.

1930, Chacornac baskısının 3. sayfası.

Leipzig und Darmstadt, K. W. Leske, 1810-1812, Guigniaut'nun Fransızca çevirisi, 1825-1851.

Bkz.: William Warburton, Essai sur les hiéroglyphes égyptiens, Fransızca çevirisi Paris Guérin 1744, ya da bir önceki yüzyılda Cizvit Peder Athanase Kircher, Lingua aegyptiaca restituta, Romae, sumptibus H. Scheus, 1643 ve Ralph Cudworth, "Cambridge'li Platoncuların en ünlüsü": The Intellectual System of the Universe, Londra, R. Royston, 1678.

Paris, Jacques Guérin, 1731 ve Paris, Bauche, 1758.

Hiérophante, développements complets des mystères maçonniques, Vallée de Paris, 5839.

Mısır masonluğunun kökeni meselesiyle ilgili olarak bkz. Gérard Galtier, Maçonnerie égyptienne, Rose Croix et Néo-chevalerie, Monaco, Ed. du Rocher, 1989. Avignon 1309'dan itibaren V. Clementius'un Papalık merkezi oldu, bu da bir ayrılığa yol açtı.

Alphonse-Louis Constant (1810-1875) yoksul bir aileden geliyordu; Paris'te, Saint-Sulpice papaz okulunda yatılı okumuştu, ama davranışları yüzünden hiçbir zaman papaz olmamıştı; 1856'dan itibaren Eliphas Lévi imzasıyla yazacaktı.

Des sciences occultes, Paris, Sédillot, 1829 ve Denis için, Tableau analytique et critique des sciences occultes, Paris, Encyclopédie portative, 1830. Salverte 1810'dan itibaren L'Esprit des journaux'daki makalelerinde benzer tezler geliştirmişti.

Ezoteristler Auguste Comte'un üç hal yasasına nadiren değinirler, ama "bilim öncesi harikalar" hakkındaki analizleri, pozitivizmin kurucusunun bakışıyla uyumludur.

Onyedinci yüzyıl Gül-Haç'ıyla ilgili çeşitli Manifestes'ler, meşruluklarını sağlamlaştırmak için teolojik tartışmalara yabancı olan bu formda daha önceden sunulmuştu.

1798'de Rusça, 1801'de, Paris'te Fransızca yayınlandı, sonra da Almanca'ya çevrildi. Bkz. A. Faivre, "Lopukhin", Dictionary of Gnosis and Western Esotericism, Leiden, Brill, 2005.

Önce Luteryenliğe, ardından Katolikliğe geçen, Schlegel'in arkadaşı olan bu Yahudi serüvenci, Heidelberg Üniversitesi'nde Creuzer'in derslerini izlemişti. Sürgündeki Bourbonların davası için çalışan, bir dönem onların güvenliğini de üstlenen Ferdinand Eckstein, Restauration döneminde Paris'e hem sosyetik hem de "bir davaya bağlı", karşı-devrimci, entelektüel, bilgece bir hayat getirmişti.

Iconographie chrétienne, le guide de la peinture, Paris, Imprimerie royale, 1843.

Bkz. Monseigneur J. B. Devoucoux, Histoire de l'antique cité d'Autun, Autun, Dejussieu, 1846.

Kardeşi tarafından inisye edilen Péladan'a göre Rose Croix du Temple Tarikatı (1892); Lewis'e göre Rose Croix Amorc Tarikatı, gizemli kişiyle, 1909'da, Toulouse'daki bir zindanda görüşüldü.

Samuel Liddle Mac Gregor Mathers öbür kurucularla birlikte, İngiliz Fringe Masonry'nin bir parçasıydı.

... as Delivered by Abraham the Jew to his son Lamech, A.D. 1458, Londra, JM Watkins, 1898.

Philosophie de l'infini contenant des contre-réflexions sur la métaphysique du calcul infinitésimal, Paris, Didot, 1814 ve Messianisme ou réforme absolue du savoir humain, Paris, Didot, 1847.

Bir eskicide ömrünü tamamlayan bu nesne Eliphas Lévi'nin elinden geçmiş olmalı. Saint-Yves d'Alveydre (1824-1909), ölümünden sonra yayınlanan Archéomètre'deki levhalarda düşünceyi tekrar işlemişti.

Mesmer'in "evrensel akışkan" ifadesi Allan Kardec tarafından kullanıldı (1804-1869).

Histoire critique du magnétisme animal, Paris, Mame, 1813; Instruction pratique sur le magnétisme animal, Paris, Dentu, 1825. Bunun yanı sıra manyetizmayı savunduğu ve kanıtlamaya çalıştığı pek çok mektup yayınladı.

Jules de Sennevoy, Baron du Potet, Cours de magnétisme animal, Paris, yazarın kendi yayını, 1834; La magie dévoilée ou principes des sciences occultes, Paris, Imp. Pommeret, 1852; Thérapie magnétique, règles de l'application du magnétisme à l'expérimentation pure et au traitèment des maladies... Paris, 1863.

Neurypnology: or the rational of nervous sleep, considered in relation with animal magnetism..., Londra, John Churchill, 1843.

Gérard Encausse (1866-1916), Belle Epoque zamanında Paris'te okültist hayata en çok canlılık katanlardan oldu. Papus tıp okumuştu; arkadaşları ve müritleri arasında pek çok doktor vardı.

Bkz. Bertrand Meheust, "Animal magnetism", Dictionary of Gnosis and Western Esotericism, Leiden, Brill, 2005.

Paris'teki hemen hemen bütün ezoterik cemiyetlerin üyesi ve "Hermetic Brotherhood of Louxor"un Fransa'daki temsilcisiydi.

Paris, Chamuel.

"Theosophical Society" 1875'te, New York'ta kuruldu, ardından Londra'da, Paris'te ve Hindistan'ın güneyinde, Madras yakınlarında bulunan Adyar'da şubeleri açıldı. Adyar sonradan Cemiyet'in genel merkezi haline geldi.

Özellikle Stanislas de Guaïta (1861-1897), Kabalist bir Gül-Haç tarikatının kurucusuydu.

1832'de mahkemede suçlu bulunan grup, Mısır'a göç etmek zorunda kaldı.

Paris, yazarın kendi yayını. Dictionnaire... abonelik sistemiyle alfabetik sırayla, her bütçeye uygun şekilde, art arda dağıtılıyordu.

Okur kitlesi Larousse ve Littré gibi büyük sözlükleriyle başabaştı. Büyük bir soylu aileden gelen, devrimci orduda ve imparatorluk ordusunda görev yapmış bir generalin oğlu olan yayıncı, uzun yıllar hapiste kalmış, son derece savaşçı bir devrimci militandı. Karl Marx'ı da Fransızcada ilk o yayınladı.

Dictionnaire français illustré'nin abonelerine mektup, 1858.

Laik versiyon, "çelişkilerin yoğunlaşmasını" ve nihai devrimi içeren Marx'ın düşüncesinde de okunabilir.

Özellikle kadın mesih teması üzerinde duruyordu. Giriş metninde, biraz ileride Fransız Devrimi'nin "tanrısal bir tecrübe" olduğunu belirtiyordu.

Morals and Dogma of the Ancinet and Accepted Scottish Rite of Freemasonry, 1871.

İtalyan Carbonariler, tıpkı Fransız Charbonnerie'si gibi, gizli olmalarına rağmen dar anlamda "ezoterik cemiyetler" olmadılar.

American School of Theology and Science.

Mussolini Vatikan'la anlaşmaya vardıktan sonra onu sürecekti.

Randolp özellikle sihirli aynalar kullandı.

1893'te oğlu Philippe Encausse'a göre: Papus..., Paris, Ocia, 1949, tarikatın bütün dünyada 173 kuruluşu vardı; Papus da gene bütün dünyayla mektuplaşıyordu. PH. Encausse, 27/01/1893'te Sultan II. Abdülhamit'e gönderilmiş bir mektubun metnini verir (s. 380).

Papus'un Martinizm'in meşruluğu, onsekizinci yüzyıl teozofu Louis-Claude de Saint Martin'den (1743-1803) beri kesintisiz devam eden bir aktarım üzerine kuruluyordu.

Guaïta Kabala dalında lisans ve doktora veriyor, Papus, resmi eğitim yöntemlerini kullanarak dersler ve alıştırmalar yaptırdığı bir Ecole Hermétique okul idare ediyordu.

1130-1202, sistersiyen din adamı, sonradan pek çok spekülasyona yol açan Commentaire sur l'Apocalypse'in yazarıydı.

Bkz. Jean Saunier, Saint-Yves d'Alvedyre ou une synarchie sans énigme, Paris, Dervy-Livres, 1981.

Yarım kalan eser ölümünden sonra yayınlandı; evrensel ilk dili yeniden kurduğunu iddia ediyordu.

Böylece İbraniceyi hiç bilmediği halde Kabala metinlerini İngilizceden çevirdi.

Teozofi Cemiyeti'nin kurucularından ve başkanlarından olan Albay Olcott (1832-1907) Madam Blavatski'nin 1907'de ölmesinden sonra tek başına cemiyetin başına geçti.

Bkz. Paul Bénichou, Les mages romantiques, Paris, Gallimard, 1988.

Paris, Perrin, 1888.

La pensée ésotérique de Leonard de Vinci, Paris, Bodin, 1906.

Büyük bir titizlikle İbranice çalışmıştı. La Kabbale juive, Paris, Nourry, 1923.

Published 19 October 2006
Original in French
Translated by Saadet Özen
First published by Cogito (Turkey) 46 (2006)

Contributed by Cogito (Turkey) © Jean-Pierre Laurant/Cogito (Turkey) Eurozine

PDF/PRINT

Read in: FR / TR

Published in

Share article

Newsletter

Subscribe to know what’s worth thinking about.

Discussion