Ağustos ayı ortasında bir hafta boyunca Instagram, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın talimatıyla devletin internet düzenleyicisi Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından Türkiye’de engellendi. Engellemenin resmi gerekçesi olarak Instagram’ın kumar, insan kaçakçılığı ve çocuk istismarı gibi ‘katalog suçlar’ olarak adlandırılan içeriklere karşı gerekli önlemleri almadığı iddiası gösterildi.
Ancak engellemenin asıl nedeninin Instagram’ın öldürülen Hamas lideri İsmail Haniye için başsağlığı dileyen paylaşımları kaldırması olduğu yönünde spekülasyonlar var. Instagram’ı engelleyen aynı yetkililer, META (Instagram’ın ana şirketi) ile görüşmelerin olumlu ilerlediğini de belirttiler.
Türk hükümeti sosyal medya platformlarına en son Şubat 2022’de meydana gelen büyük depremlerin hemen ardından müdahale etmişti. Resmi kaynaklara göre, depremler 50.000’den fazla kişinin ölümüne neden olarak ülke tarihindeki en ölümcül olay oldu. Devlet, dezenformasyon yaymak için kullanıldığını iddia ederek Twitter’ı (o zamandan beri X olarak yeniden markalandı) derhal yasakladı. Bu yasak, insani yardım gönderilmeden önce gerçekleşti. Hükümetin deprem bölgesine erişebilmesi için üç gün geçmesi gerekti.
Her iki yasak da çok popüler değildi. Bu durum özellikle Instagram yasağı için geçerliydi; yasak net bir şekilde anlaşılamadı ve başta gençler olmak üzere toplumun tüm kesimlerinden güçlü tepkilere yol açtı. Geçtiğimiz on beş yıl boyunca, Türkiye’de ifade özgürlüğü üzerindeki artan baskı nadiren bu olaydaki kadar büyük bir kamuoyu tartışmasına yol açmıştır.
Başkanı olduğum Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24), basın ve ifade özgürlüğünü etkileyen hükümet eylemlerini izleyen Expression Interrupted adlı bir program yürütmektedir. Expression Interrupted’ın en son raporu Türkiye’deki mevcut durumu şu şekilde tanımlıyor:
2024 yılının ikinci çeyreği Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün gerilemeye devam ettiği bir dönem oldu. Raporun kapsadığı dönemde, 9. Yargı Paketi kapsamında Türk Ceza Kanunu’na (TCK) eklenmesi planlanan ‘etki ajanlığı’ başlıklı yeni suç, basın özgürlüğü, akademik özgürlük ve genel olarak ifade özgürlüğüne yönelik oluşturacağı tehdit nedeniyle önemli bir tartışma konusu olmuştur.
Dönemin hemen başında, İl Seçim Kurulu’nun 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerde Van Belediye Başkanı seçilen Demokrat Parti adayı Abdullah Zeydan’ın mazbatasını iptal ederek görevi AKP adayı Abdulahat Arvas’a vermesi birçok ilde protesto edilmiş, protestoları takip eden birçok gazeteci şiddetli polis müdahalesine, tehditlere ve gözaltılara maruz kalmıştır.
Expression Interrupted tarafından derlenen verilere göre, raporun kapsadığı üç aylık dönemde en az 34 şiddetli polis müdahalesi, fiziksel saldırı, tehdit ve gazetecilerin hedef alınması vakası yaşandı.
Gazetecilere yönelik tehdit ve saldırıların failleri lehine cezasızlık uygulamaları bu yılın ikinci çeyreğinde de gazetecilerin sıklıkla karşılaştığı sorunlar arasında yer almaya devam etti. Raporlama döneminde mahkemelerde gazetecilerin maruz kaldıkları ihlaller nedeniyle şikâyetçi oldukları en az yedi dava görüldü. Bu davalardan ikisi saldırganların ceza almasıyla sonuçlanırken, Bursa’da bir gazeteciye silahlı saldırı düzenledikleri gerekçesiyle tutuklu yargılanan iki sanık ilk duruşmada mahkeme tarafından tahliye edildi.
Gazeteciler üzerindeki yargı baskısının önemli bir göstergesi olan hapisteki gazeteci sayısında 2023 yılı boyunca gözlenen düşüş, 2024 yılının ikinci çeyreğinde yeni tutuklamalarla kesintiye uğradı. Nisan ve Mayıs aylarında beş gazetecinin tutuklanmasıyla cezaevindeki gazeteci sayısı 33’e yükseldi. Raporlama döneminde altı gazeteci cezaevinden tahliye edildi. 30 Haziran 2024 itibarıyla Türkiye’de cezaevinde bulunan gazeteci sayısı 28 oldu.
Ancak Türkiye’de medya üzerindeki yargı baskısının tek göstergesi hapisteki gazetecilerin sayısı değildir. Söz konusu dönemde gazeteciler hakkında yaptıkları haberler, yazdıkları kitaplar, katıldıkları söyleşiler ya da sosyal medya paylaşımları nedeniyle yeni davalar açıldı. Expression Interrupted verilerine göre, bu raporun kapsadığı üç ay içinde dokuz gazeteci ve köşe yazarı hakkında yedi yeni dava açıldı.
Aralık 2023’te tutuklanan ve 10 gün sonra tahliye edilen gazeteci Furkan Karabay’ın davası da bu dönemde açılan 10 gazetecilik davası arasında yer aldı. Muhtemelen şu anda Türkiye’deki diğer tüm gazetecilerden daha fazla dava ile karşı karşıya olan Karabay, raporlama döneminde 11 farklı dava için mahkemeye çıktı. Bu davaların ikisinde ceza alırken birinde beraat etti.
2024’ün ikinci çeyreğinde 101 davada 192 gazeteci yargılandı. Sonuçlanan 24 davada 17 gazeteci beraat ederken, 8 gazeteci toplam 25 yıl 6 ay 15 gün hapis cezasına, 5 gazeteci de toplam 62 bin 500 TL tazminat ödemeye mahkum edildi. Gazeteciler hakkında en az 7 yeni dava açıldı; 20 gazeteci gözaltına alındı ve 5 gazeteci hapse atıldı
.
Darbe girişimi sonrası medya özgürlüğü
Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hal süresince toplam 169 medya kuruluşu kalıcı olarak kapatıldı. Bunların arasında, darbe girişiminden sorumlu olan ve ABD merkezli vaiz Fethullah Gülen tarafından yönetilen dini cemaatle ilişkili olduğu bildirilen yazılı basın ve TV kanalları da vardı. Bununla birlikte, kapatılan kuruluşların önemli bir kısmının ‘Kürt medyası’ olarak sınıflandırıldığını belirtmek önemlidir.
Ne yazık ki 2022 yılında aramızdan ayrılan deneyimli gazeteci Aydın Engin, dayanışma amacıyla Cumhuriyet gazetesine yaptığı ziyaret sırasında yabancı basın temsilcileriyle aşağıdaki mesajı paylaştı. Bu ziyaret, gazetenin 12 yönetici ve çalışanının 2016 yılında hapse atılmasının ardından gerçekleşmişti:
Başkaları tarafından satın alınan gazetecilerin varlığı yeni bir olgu değil. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada her zaman var olmuştur. Ancak AKP iktidarı döneminde bir eşik aşıldı. Türkiye’nin tüccar siyasetçileri, satın alınmış gazetecilerle uğraşmak yerine, gazete ve televizyon kanallarını satın alarak ‘havuz medyası’ dediğimiz şeyi yaratma yoluna gittiler. Bu, devletten büyük ihaleler alan büyük ölçekli sermaye sahiplerinin gazete ve televizyonları satın almasını ve bunları hükümetin ‘sözcüsü’ haline getirmesini içeriyor.”
Engin bu sözleri söylerken, 20 aylık ve yedi özel süreli yayının yanı sıra çeşitli aralıklarda toplam 80 yayının sahibi olan Türkiye’nin medya devi Doğan Grubu’nun satışını hatırlatıyordu. Grup, CNN Türk, Kanal D TV gibi popüler TV kanallarının yanı sıra Blu TV ve D-Smart dijital yayın platformlarının da sahibiydi. Grup ayrıca, şu anda neredeyse tekel konumunda olan ve elden çıkarılması düşünülen yayın dağıtım şirketi Yay-Sat üzerinde önemli bir kontrole sahipti). Bir yıldan kısa bir süre önce 890 milyon dolar gibi şaşırtıcı bir bedelle gerçekleşen satış, işlemin devlete ait bir bankadan alınan 800 milyon dolarlık 14 yıllık bir krediyle kolaylaştırıldığının ortaya çıkmasıyla dikkatleri üzerine çekti. Alıcının özel talimatlarla hareket ettiğine dair iddialar da vardı. Bu ifşaat, medya dünyasındaki karmaşık bağlantılar ve nüfuz ağına ışık tutuyor.
Türkiye’de medya, Freedom House tarafından ilk kez 2016 yılında “özgür değil” kategorisinde yer almıştır. Ne yazık ki o tarihten bu yana herhangi bir gelişme kaydedilmedi. Aksine, Türkiye’deki medyanın %90’ından fazlası artık hükümetin dolaylı kontrolü altında. Bianet ve Sınır Tanımayan Gazeteciler tarafından ortaklaşa hazırlanan Medya Sahipliği İzleme Projesi (MOM) tarafından yayınlanan araştırmaya göre, Mayıs 2019 itibariyle Türkiye’de medya sektöründe 2.474 gazete, 3650 dergi, 899 radyo istasyonu ve 108 televizyon kanalı bulunmaktadır. Ülkenin en büyük 40 medya kuruluşu, medya sektörü dışında sanayi ve ticaret alanlarında faaliyet gösteren şirketler tarafından kontrol edilmektedir. Bu medya kuruluşları genellikle ‘yandaş medya’ olarak anılmaktadır. Türkiye’de ‘ana akım’ olarak kabul edilenler de dahil olmak üzere on günlük gazetenin aynı manşeti kullanması sık rastlanan bir durumdur.
Örnek bir vaka: Cumhuriyet
Bugün Türkiye’de hükümetin yanında yer almayan sadece üç buçuk gazete kaldı. Daha da kötüsü, kelimenin gerçek anlamıyla ‘bağımsız’ olarak tanımlanabilecek sadece bir gazete var. Bu tek gazetenin son on yıldaki kaderi, son beş yıldır üzerinde çalıştığım bir belgesel filmin konusunu oluşturuyor.
Başlangıçta milliyetçi sol duruşuyla bilinen Cumhuriyet (Cumhuriyet), 2010 yılında Genel Yayın Yönetmeni ve fiili yöneticisi İlhan Selçuk’un vefatının ardından liberal sola doğru önemli bir kayma yaşadı. Herhangi bir örgüte bağlı olmamasına ve kurucu Nadi ailesinin tüm üyelerinin ölümünden sonra kurulan bir vakfa ait olmasına rağmen, gazete içinde eski ve yeni arasında iç çatışmalar ortaya çıktı. Bu geçiş, gazetenin geleneksel Kemalist okuyucuları üzmek pahasına olaylara daha geniş bir bakış açısı benimsemesine yol açtı. Bu değişim, Türkiye’nin Kürt politikasını açıkça eleştiren liberal sol eğilimli yeni yazarların işe alınmasıyla örneklendi. Kitapları, TV programları ve belgeselleriyle sol liberal duruşuyla tanınan gazeteci Can Dündar, Şubat 2015’te genel yayın yönetmeni olarak atandı.
Bu dönemde gazete, Fransız Charlie Hebdo dergisinin 2015 yılında Paris’teki ofislerine yapılan ölümcül saldırıların ardından yayımlanan ilk sayısını cesur bir şekilde Türkçe olarak yayımlamıştır. Bu eylem, dergi ile dayanışma ve basın özgürlüğüne sarsılmaz bağlılık gösterme amacını taşıyordu. Bu durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi de dahil olmak üzere İslami toplum liderlerinin sert tepkilerine yol açtı. Artan şiddetli protestolara karşılık olarak gazetenin genel merkezi daimi bir polis barikatıyla çevrildi.
Aynı zamanda gazete, yönetim kurulunun Atatürk devrimlerine ve Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine bağlılıklarını ısrarla teyit etmesine rağmen Kemalist-milliyetçi çizgiden uzaklaşmaya devam etmiştir. Kuruluşundan bu yana Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) yakın duran gazete, başta Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi (HDP, 2023’te Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – DEM ile birleşti) olmak üzere diğer muhalefet partilerinin seslerine görünür bir şekilde açılmaya başladı. Gazete daha sonra en önde gelen muhalif basın kuruluşu olarak konumunu sağlamlaştırdı ve iktidardaki AKP’nin pozisyonunu yansıtmaya devam eden bir medya ortamında bir miktar denge sağladı. Nispeten küçük bir tiraja sahip olmasına rağmen, saygın ve etkili bir yayın olarak kaldı.
Mayıs 2015’te Can Dündar’a önemli bir etki yaratan bir video ulaştı. Bir önceki yıl Türkiye ‘istihbarat tırları’ olarak anılan olayla sarsılmıştı: Türkiye’nin istihbarat teşkilatı MİT’in eskortluk ettiği üç tır, Suriye sınırına sadece bir saat mesafede jandarma tarafından durdurulmuştu. Jandarma ve MİT personeli arasında silahların çekildiği bir çatışma yaşandı. İstihbarat görevlileri tutuklandı ve TIR’lara el konuldu. Daha sonra vali olaya el koymuş ve nihayetinde kamyonlar ve MİT personeli serbest bırakılarak sınırı geçmiştir. Hükümet tırların silah yüklü olduğu iddialarını reddetti. Olay Türk parlamentosunda ve kamuoyunda geniş çaplı tartışmalara yol açtı.
Ancak Can Dündar’ın ulaştığı videoda, Suriye’ye giden TIR’lardaki kasaların güvenlik güçleri tarafından açıldığı ve ilaç paketlerinin altına gizlenmiş silahların ortaya çıktığı görülüyordu. Görüntüler Cumhuriyet’in birinci sayfasında ‘İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar’ başlığıyla yer aldı. Bunun üzerine Erdoğan ‘bu haberi yapanın yanına bırakmayacağım’ sözünü verdi. Altı ay sonra Can Dündar ve gazetenin Ankara büro şefi Erdem Gül tutuklandı. Üç ay cezaevinde kaldıktan sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla serbest bırakıldılar.
Duruşmalardan biri sırasında Dündar bir suikast girişiminin hedefi oldu. Bu olaya rağmen mahkeme Dündar’ı beş yıl on ay hapis cezasına çarptırdı ve tüm mal varlığına el konulmasına karar verdi. Dündar daha sonra Almanya’ya taşındı ve o zamandan beri orada kaldı. 2020 yılında casusluk suçlamasıyla gıyabında 27 yıl altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu arada hükümet, kamyonların silah taşıdığını kabul etmiş ve bu silahların Türkmenlere (silahları aldıklarını reddeden) gittiğini iddia etmişti. Diğerleri ise silahların Suriye’deki cihatçı gruplara yönelik olduğunu iddia etmişti.
31 Ekim 2016 tarihinde Cumhuriyet’e yönelik yeni bir baskı uygulandı ve 15 çalışan gözaltına alındı. Yönetim Kurulu Başkanı Akın Atalay ve yeni Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’nun da aralarında bulunduğu dokuz tanınmış yazar, gazeteci ve yönetici tutuklandı. Bu kişiler, hükümetin 2016’daki darbe girişimini düzenlediğini iddia ettiği ABD merkezli vaiz Fethullah Gülen’in örgütü FETÖ ve Kürt ayrılıkçı örgütü PKK ile bağlantılı olmakla suçlandılar.
İddianame, Türk hukuku kapsamında herhangi bir suç işlendiğine dair somut kanıtlardan yoksundu. Bunun yerine, sanıklardan birine hizmetlerini sunan bir parke satıcısının akrabasının FETÖ ile ilişkisi veya bir zamanlar örgütle bağlantılı olan bir tur şirketine (ironik bir şekilde Türkiye’nin mevcut kültür ve turizm bakanına ait) yapılan bir telefon görüşmesi gibi zayıf bağlantılara dayanıyordu. Somut delil olmamasına rağmen gazeteciler bir buçuk yıla kadar hapis cezasına çarptırıldı. İki yıl süren yargılamanın ardından 15 gazeteci üç ila sekiz buçuk yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Cumhuriyet’in avukatları iki kez Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulundu, ancak temyiz başvuruları reddedildi.
Gazetenin sahibi olan vakfın eski yönetim kurulu üyeleri, gazetenin Kemalizm’den giderek uzaklaşmasından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. 2013’te yönetim kuruluna yeniden seçilemeyenler, Cumhuriyet’in yargılanması sırasında gazete aleyhine ifade vererek ironik bir şekilde Erdoğan’ın amaçlarına hizmet ettiler. Yöneticileri iktidardaki AKP’ye bağlı bürokratlar tarafından atanan Vakıflar Genel Müdürlüğü daha sonra önemli ve benzeri görülmemiş bir karar aldı: Cumhuriyet Vakfı’nın 2013 yılında yapılan ve o dönemde itirazlara rağmen onaylanan bir önceki yönetim kurulu seçiminin yasal çerçeveye uygun olmadığına karar verdi.
Bu karar, 7 Eylül 2018 tarihinde gazetenin yönetiminde bir değişikliğe yol açtı ve daha önce seçilmiş olan yönetim kurulu üyeleri yeniden göreve geldi. Ertesi gün gazetenin birinci sayfasında, geleneksel Kemalist çizgiye dönüşe işaret etmek üzere “Atatürk’ün Cumhuriyet’i” manşeti öne çıkarıldı. Yönetim kurulunun gazeteyi devralması sonucunda 40’a yakın gazeteci ve yönetici gazeteden istifa etti. Cumhuriyet bugün tek bağımsız basılı gazete olmaya devam ederken, muhalif pozisyonu artık daha dar bir cumhuriyetçi açıya sahip.
P24: Bağımsız gazetecilik için bir platform
Türk medyasındaki dönüşüm binlerce gazetecinin işsiz kalmasına neden oldu. Örneğin, bir zamanlar ülkenin en çok okunan gazetesi olan Hürriyet’in 2018’de Erdoğan’a yakın Demirören Holding’e satılmasıyla 375 gazeteci işten çıkarıldı. İşsiz kalan gazetecilerin birçoğu, özellikle de mesleğe yeni başlayanlar, başka alanlarda fırsat arayışına girdi. Deneyimli ya da azimli gazetecilerin önemli bir kısmı ise dijital platformlara geçiş yaptı.
Türkiye’de bağımsız medyanın ağırlıklı olarak güncel olaylara alternatif bir bakış açısı arayan ve haberlerin doğruluğundan emin olmak isteyen kişiler tarafından takip edildiğini varsaymak yanlış olmaz. Ancak, her yerde olduğu gibi Türkiye’de de YouTube ve Instagram en yaygın ‘haber kaynakları’ olup, X üçüncü sırada yer almaktadır. Geleneksel medyanın popülaritesi azalmıştır ve gerçek gazeteciliğin geleceği ve sürdürülebilirliği belirsizdir.
Derneğimiz P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu, 11 yıldır bağımsız gazeteciliği destekleyen bir sivil toplum kuruluşudur. Basın özgürlüğünü desteklemenin yanı sıra, ifade özgürlüğü, sanatsal ifade özgürlüğü ve bu özgürlüklerin toplumun tüm kesimlerine yayılması için girişimlerde bulunmaktadır. Türk medyasında kapasite geliştirme, medya bağımsızlığı konusunda kamuoyunda bir iştah yaratma ve en iyi gazetecilik uygulamalarını tanımlama ve teşvik etme gibi geniş bir misyonla kurulmuştur.
P24, bağımsız gazeteciliği, ifade özgürlüğünü desteklemek, sansüre ve otosansüre direnmek ya da en azından sansürü ve anti-demokratik uygulamaları görünür kılmak için çeşitli projeler yürütmektedir. Susma (Speak Up), kültür, sanat ve medya alanında faaliyet gösteren kişi ve kurumların maruz kaldığı sansür, otosansür, yasaklama, engelleme, tecrit, karalama, sosyal linç gibi ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara karşı durmak için kurulmuş bir platformdur. Türkiye’de ifade özgürlüğü tehdit altında olan, haber ve bilgi alma hakkına, sanata, edebiyata, kısacası her türlü ifade biçimine değer veren herkesi güçlendirmeyi amaçlıyor.
Expression Interrupted, P24 tarafından Türkiye’de hapisteki gazeteci ve akademisyenleri takip etmek amacıyla kurulan bir web sitesidir. Site, ifade özgürlüğü davaları ve gelişmeleri hakkında zamanında ve güvenilir bilgi sağlamayı amaçlamakta ve devam eden davaları takip etmektedir.
K24, P24’ün devam etmekte olan bir diğer projesi, çevrimiçi bir kitap eleştirisi (K for kitap/book – ed.). Sloganı kitap, kültür ve eleştiridir. Ticari bir yayın değildir. Bir diğer proje ise Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi. Kıraathane’de seminerler, atölyeler, okumalar yapılıyor; birçok genç ve yetenekli sanatçı sergilerini burada açıyor. Kıraathane Edebiyat Evi ticari olmadığı için ticari galerilerin yapamadığı pek çok ilginç ve politik çalışmaya ev sahipliği yapabiliyor. Ayrıca Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nin P24 binasındaki küçük bir dairesi yazar ve sanatçılara ayrılmış; rahat bir rezidans.
Kiraathane İstanbul. Görsel telif hakkı Kiraathane
Tüm bu projeler uluslararası hibeler yardımıyla yürütülmektedir. P24’ün yurtiçi fonlara ulaşması mümkün değil. Özel hayırseverlik Türkiye’de burjuvazi arasında yerleşmemiş bir gelenek; bir de özel vakıfların P24 gibi hükümetin insan hakları ve ifade özgürlüğünü kısıtlamasını eleştiren bir kuruluşu desteklemeleri halinde yaptırımlarla karşılaşmaktan korkmaları var.
Yerel yönetimlerin K24 ve Kıraathane gibi kültürel girişimleri desteklemesi beklenebilir. Özellikle de son yerel seçimlerde sandalyelerin yaklaşık yüzde 60’ını kazanan muhalefet partilerinin İstanbul ve diğer şehirlerdeki zaferinden sonra. Ancak bunun önünde iki engel var: Birincisi, Türkiye’de merkeziyetçilik her düzeyde yaygınlaştı ve hükümet tek adam rejimine dönüştü. Ayrıca hem iktidar hem de muhalefet kültürü bir para meselesi olarak görüyor. Muhalefetin elindeki büyükşehir belediyeleri, sürdürülebilirliğini kanıtlamış mevcut kültür kurumlarını ve girişimlerini desteklemek yerine, kendilerinin uzantısı olan şirketler ve yeni kurumlar yaratmayı tercih ediyor. Bu durum para akışını kontrol etmenin yanı sıra siyasi ve kültürel bir kontrol mekanizması da yaratıyor.
Ana akım medyada kültür sayfalarının ortadan kalkması, edebiyat ve sanat dergilerinin kapanmaya başlamasıyla boşalan alanları K24 ya da Kıraathane doldurmaya başladı. Ülkedeki kronik dağıtım sorunu ve tekeller nedeniyle basılı bir dergi yayınlamak ve dağıtmak neredeyse imkânsız. Böyle bir ortamda K24 ve Kıraathane küçük ama etkili muhalefet merkezleri ya da direniş noktaları olarak niş varlıklarını sürdürüyorlar.
P24, İstanbul’un en tarihi semtlerinden birinde on iki yılı aşkın süredir ayakta duran beş katlı bir binada yer almaktadır. Üst kat pencerelerinin karşısında art nouveau binaların bulunduğu dar bir sokaktan Haliç’in güzel bir manzarası var. Belki bir dahaki sefere bu romantik manzaradan bahsederiz. Bu sefer, hala fırsatım olduğu için, size o pencereden başka bir manzarayı anlatmayı seçtim.
Translated by

Co-funded by the European Union

Translation is done via AI technology. The quality is limited by the used language model.